Filmin adını yine yanlış çevirmişler. Orijinalinin anlamı başka, çevirmenin anladığı başka. Fakat bu filmin vizyona girmesini bile mucize sayıp, sevinelim

david-lynch-yasam-sanati-sanat-hayati-263795-1.

David Lynch’in hayatını kendisinden dinlerken, sinemanın Lynch’ten mahrum kalmasının ne kadar da mümkün olduğunu düşünüyor insan. Tabii ki Lynch’in dehası ve çabası olmasa hiç bir şey olmaz. Ama yaptığı ilk animasyonlu tabloyu, zengin bir okul arkadaşı beğenmese ve Lynch’ten bir benzerini de kendisi için yapmasını isteyerek ona 1000 dolar vermese, Lynch’in sinemayla macerası o tablo/filmle sınırlı kalacak. Bu arada o tablo filmin adının 'Six Men Getting Sick-Six Times' (Altı Adam Hastalanıyor-Altı Kere)olduğunu ve her nedense filmde yer almadığını belirteyim. Bundan, tam 50 yıl önce çektiği bu resim/film Lynch’e 200 dolara mal oluyor. Bu, Lynch için o kadar yüksek bir para ki, film yapmaya devam edebileceğini düşünmüyor. Arkadaşı ona yeni bir film sipariş edince sinema hayatı yendien başlıyor.

Lynch 1000 dolarla kendisine bir kamera satın alıyor. Fakat ilk denemesi ya teknik bir arızadan ya da Lynch’in hatasından bozuk çıkıyor. Yine de arkadaşı paranın tümünü veriyor ve Lynch ikinci filmi 'Alfabe'yi yapıyor. Her şeyin yine durduğu bir nokta burası. Parasızlıktan ve bir aile babası olmanın sorumluluğundan bir işte çalışmaya başlıyor. Bir basımevinde çalışırken, epey de umutsuzca bir sinema okulunun destek fonuna başvuruyor. Elinde başvuru için gerekli minimum malzeme var: İki kısa film ve bir senaryo. Kendisine kıyasla çok daha fazla sinema geçmişi olan sinemacılar karşısında şansı olmadığını düşünürken, fon Lynch’e (de) çıkıyor.

Los Angeles’a taşınıp, ilk uzun metrajlı flmi 'Eraserhead'e (filmden çıkardığım kadarıyla ucunda silgi olan kurşun kalem) başlıyor. Fakat yıllar geçiyor film bitmiyor. Babası ve kardeşi gelip, “David, kendine bir iş bul, bu filmin biteceği yok”, diye bir söylev çekiyorlar. Çok kırılıyor ama vaz geçmiyor David. Beş yılın sonunda 'Eraserhead' bitiyor. Cannes filan yüz vermiyor Eraserhead’e (şimdi kıçlarına kına yakıyorlardır). Sonunda film, küçük bir festivalde gösteriliyor Los Angeles’ta (aşağı yukarı tam 40 yıl önce, Mart 1977’de). Bir gece sinemaları işletmecisi filmi görüyor ve gece sineması kuşağında vizyona sokuyor. Nasıl oluyorsa oyuncu, yönetmen ve yapımcı Mel Brooks filmi görüyor ve beğeniyor. Lynch’ten 'Fil Adamı' çekmesini istiyor. Gerisi tarih.

Gerisi tarih dedim ama ne sonrası ne de öncesi kolay geçmiyor Lynch için. Sonrasını olmasa da başını filmde izleyebiliyoruz. Lynch’in ruhundaki o özel karanlığın açıklamasını filmde bulacağınızı sanmayın. Birkaç muğlak ipucu dışında bir şey yok. Seven bir anne ve babası ve mutlu bir çocukluğu var yönetmenin. Buluğ çağında yaşadığı karanlık bir dönem var ki, normal. Philadelphia’da şiddetin çok yoğun olduğu bir mahalledeki zor hayatı sıradışı denilebilir. Ama o da artık yetişkin olduğu bir çağda yaşanıyor. Kişiliğini belirleyebilecek bir şey değil gibi geliyor insana. Ama Lynch hayatta kendisini en çok Philadelphia’daki hayatının etkilediğini söylüyor.

Lynch’in karanlıkla özel bir ilişkisi var. Bir şekilde korkularına, bastırdığı arzularına erişimi var. Bunları filmlerinde entelektüel bir süzgeçten geçiriyor ama yine de ham bir şeyler bırakıyor. Lynch’in resimleri ise filmlerine göre çok daha ilkel, çok daha ham. Mümkün olsa sanki resimlerini kendi kanı ve etiyle yapacak. Bu resimleri, odama asmak istemezdim. Adama kabus gördürürler.

Filmin adını yazmamaya çalışıyorum çünkü çok basit ama bir o kadar vahim bir hatayı sürdürmek istemiyorum. Filmin orijinal adı 'David Lynch: The Art Life'. Yani 'David Lynch: Sanat Hayatı'. Oysa filmde 'sanat hayatı' , 'yaşam sanatı' diye çevrilmiş. Üstelik sadece filmin adında değil, filmin içinde de 'sanat hayatı' hep 'yaşam sanatı' olarak geçiyor. İkisi bambaşka şeyler. Zihinde bambaşka şeyler çağrıştırıyorlar. Bu tür hatalar hep yapılıyor. Kim bilir ne çok şeyi yanlış anlıyoruz, çevirmenlerin yetersizliği yüzünden.

Fakat bu filmin vizyona girmesi bile mucize deyip, sevinelim. Film açıkçası sadece Lynch’e özel merakı olanlara hitap ediyor. Bana etti. Çok aydınlanmış olmasam da, belki filmde anlatılanların birçoğunu zaten biliyor olsam da, Lynch’e dair herşeyi merak ederim. Ta, 'Fil Adam’ı ilk seyrettiğimden beri, yani yaklaşık 35 yıldır böyle bu. 'Mavi Kadife' ilk vizyona girdiğinde film sadece Kadıköy yakasında oynuyordu ve ben işten çıkar çıkmaz bir cuma akşamı hemen sinemaya gitmek için karşıya geçmiştim diye hatırlıyorum. Bir Lynch filmi anlasanız da anlamasanız da, peşinizi kolay bırakmaz. Sarsıcı bir rüya gibidir.
Lynch, mayıs ayında Twin Peaks’in yeni bölümleriyle televizyona dönüyor. Heyecanla, bekliyoruz.