Bir kaç safdil dışında Türkiye’de hemen herkes Malatya, Sürgü’deki saldırının neden ve nasıl olduğunu biliyor aslında. Ama tiksindirici bir iki yüzlülükle devlet görevlilerinden güvenlik güçlerine, ‘askeri, mülki ve idari amirlerden’ yerel yöneticilere ve medyanın büyük bölümünden sosyal ağda sallayıp duranlara kadar azman ve azgın çoğunluk, saldırıyı çarpıtmak ve üzerini örtmek için elinden geleni ardına koymuyor.

O çoğunluk davulcunun söylediklerinin çoğunun büyük olasılıkla yalan olduğunu da biliyor aslında. Bu yüzden olsa olsa Şükrü Erbaş’ın ‘Köylüleri niçin öldürmeliyiz’ şiirinde anlattığı insanlardan biri olması muhtemel davulcudan çok şu iki yüzlü azgın çoğunluğu konuşmalıyız.

O çoğunluk 12. Yüzyıldaki Babai ayaklanmalarından başlayarak ve 15. Yüzyılda I. Selim’e Yavuz lakabının takılmasını sağlayan büyük Alevi kıyımlarından bu yana Alevilere düşmandır. Osmanlıyı Osmanlı yapanın bütün bir Anadolu ve Mezopotamya halklarına uyguladığı baskı ve kıyım politikaları olması ve bu baskıya karşı ayaklanan isyan eden Anadolu halklarının ezici olarak Sünni olmayanlardan mürekkeb olmasından böyledir bu.

O çoğunluk en azından 500 yıldır Alevilere açıktan, gizliden düşmandır. Üstelik bu düşmanlık akla hayale gelmeyecek yalan, iftira, fetva, linç ve katliamlarla biteviye beslenip yeniden üretilir de. Bu coğrafyanın muktedirlerinin Alevi düşmanlığı, müslüman olmayanlara, Kürtlere ve solculara olan düşmanlıklarından çok daha eski ve çok daha katıdır. Osmanlının Türk düşmanlığı bile aslında Alevi Türkmenlere olan düşmanlığıdır.

Siz bakmayın Diyanet İşleri Başkanı’nın gidip kapılarında ben nöbet beklerim demesine, o Diyanet’in kadrosundaki imamların çoğu samimi sohbetlerde bir Alevinin Müslümanlığa geçebilmesinin ancak önce Hristiyanlığa geçmesiyle mümkün olabileceğine inanır.

Anadoluyu azıcık bilen hemen herkes muktedirlerin gözünde Alevilerin değil Müslüman kabul edilmek, diğer tek Tanrılı dinlerden hatta dinsizlerden bile daha aşağıda görüldüğünü bilir.

Osmanlının neredeyse tek iç düşman sterotipi Alevilerdi ve Cumhuriyetle birlikte önce Kürtler sonra da solcular iç düşman olarak Alevilere eklendiler, o kadar.

Davulcu, yoksulluğunun, zavallılığının tüm hıncını zaten bahşiş vermeyeceklerini bildiği Alevi evlerinin önünde davulunu patlatırcasına çalarak çıkarmak istemiş, zoru görünce de mahalle kahvesinde ‘ezanı susturacağız’ diyerek beni dövdüler diye ortalığı velveleye vermiş olsa gerek.

Hadi o zavallı bir yoksul. Peki diğerleri? Tekbir getirerek eve saldıran sürüye ve güya onları durdurmak için ‘merak etmeyin gidecekler şirin Sünni beldemizden’ diye çözüm üreten askerinden belediye başkanına Devlet’in iki yüzlülüğüne ne yapacağız?

Diyanet İşleri Başkanı’nın kendisine sorması gereken bir soru var;

Nasıl olup da Devlet’in koruyup kolladığı bir mezhepin en üst yöneticisi olarak, sadece başka bir dini inanca sahip olan aynı devletin yurttaşlarının kapılarında, linç edilmesinler diye yatmam gerekiyor?

Diyanet İşleri Başkanı, bu soruya elini vicdanına koyarak yanıt vermek için düşünmeye başlarsa, olasılıkla aklına gelenlerden kendisi de ürkecektir. Ürkecek ve bu coğrafyada hakim olanın, aslında kendisinin tatlı tatlı anlattığı Müslümanlık değil, davulcunun İslam davası olduğunu fark edecektir. Belki bir umut, muktedirin eline geçen ve egemenlik aracı haline geçenin, hangi din ya da inanç olursa olsun, o da varsa özünden sapıp bir baskı aracı haline dönüştüğünü de anlayabilecektir.