Google Play Store
App Store

Feminist hareketin dönüm noktalarından biri olan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”nün 38’inci yıldönümü. Yürüyüş'ün tertip komitesi başkanı Filiz Kerestecioğlu, "O eylemden önce hep kırmızı, siyah, beyaz olan pankartlar ilk kez rengarenkti" dedi.

Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nün 38. yıldönümü: Mücadele sürüyor
Sarya Toprak
Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.net

Bugün Türkiye’de feminist mücadelenin başlangıcı olarak kabul edilen “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”nün 38’inci yıldönümü. Kadınlar o günden bugüne verdikleri mücadele sayesinde birçok kazanım elde etseler de hâlâ erkek egemen sistemin getirdiği zorluklarla mücadeleyi de sürdürüyor. O gün yürüyüşün en önemli taleplerinden olan kadın sığınma evi sayısı hâlâ yetersiz. Ayrıca erkek şiddeti her geçen gün daha da tırmanıyor. Kadın cinayetleri artık cinskırım eşiğine gelmiş durumda.

İstanbul Sözleşmesi’nden Medeni Kanun’a kadınların tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği tüm hakları iktidarın hedefinde. Kazanımların hedef alınması, yasaların uygulanmaması, cezasızlık politikaları gibi sebepler ise kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmasına sebep oldu. 2025’in başından beri en az 177 kadın katledildi.2024 yılı ise en çok kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümünün gerçekleştiği yıl oldu. 394 kadın cinayeti ve 259 şüpheli ölüm gerçekleşti. Bu veriler, 2010 yılından bu yana kayda geçen en yüksek rakamlar oldu.

Öte yandan kadınlar tarihinden aldığı güçle şiddete, tacize, yoksulluğa karşı mücadele etmeye devam ediyor. Bu tarih 12 Eylül darbesi öncesine uzanıyor. Darbeden 7 yıl sonra ise kadınlar darbe sonrası tartışmalarını farklı bir noktaya evrilterek 1987’de feministler olarak “Dayağa karşı dayanışma” yürüyüşü gerçekleştirdiler. 17 Mayıs 1987’de İstanbul’da Kadıköy İskelesi’nden başlayan yürüyüş, Yoğurtçu Parkı’nda mitinge dönüştü.

∗∗∗

FEMİNİST MİRASIMIZ: DAYAĞA KARŞI DAYANIŞMA YÜRÜYÜŞÜ

12 Eylül darbesiyle birlikte tüm demokratik kitle örgütleri gibi kadın örgütlenmeleri hedef alındı.1980’lerin ortalarına gelindiğinde ise Türkiye’de kadın mücadelesi yeniden filizlendi. Feministler, hem iktidarın hamlelerine karşı mücadele diyor hem de özel alandaki sorunları politikanın öznesi haline getirmek istiyordu. 1987’ye gelindiğinde artık Feminist ve Kaktüs dergileri etrafında örgütlenen bağımsız kadın grupları oluşmuştu.

Kadınlar kendi aralarında tartışıp örgütlenirken 1987 yılında kadına yönelik şiddet konusunda bardağı taşıran bir olay yaşandı. Çankırı’da bir aile mahkemesi hakimi, kocasından şiddet gören ve boşanmak isteyen bir kadının davasını, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” atasözüne dayanarak reddetti. Bu skandal karar kadınları harekete geçirdi. Önce Eskişehir’de bir grup kadın avukat kararı protesto etti ardından İstanbul’da feministler hakime 1 liralık manevi tazminat davası açmak istedi. Mahkeme dilekçeyi “taraf olmadıkları” gerekçesiyle reddetti ancak kadınlar pes etmedi. “Dayağa karşı” bir protesto yürüyüşü düzenlemeye karar verdiler.

17 Mayıs 1987’de İstanbul’da Kadıköy İskelesi’nden başlayan yürüyüş, Yoğurtçu Parkı’nda mitinge dönüştü. Bu yürüyüş, 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’de gerçekleştirilen ilk izinli kitlesel sokak eylemiydi. Ülkede ilk kez sadece kadınların örgütlediği ve kadınların katıldığı bir eylem yapıldı.

Bu yürüyüş, Türkiye’de feminist hareket açısından gerçek bir dönüm noktası oldu. İlk kez kadınlar, kendi özel alanlarında yaşadıkları baskıyı kendi sesleriyle kamusal alana taşıyarak kadınlara ait bir mücadele hattı çizdi. Bu vesileyle “özel olanın politik olduğu” kabullenildi.

Bu eylem aynı zamanda kadın hareketinin “birlikte mücadele” geleneğinin başlangıcı oldu. Birleşik kadın mücadelesi deneyimi o günlerden bugüne uzandı.

Bu süreçteki tartışmalar sonucu en acil ihtiyaçlardan biri olarak sığınak meselesi öne çıktı.1988’de feministler “Şimdi Sığınak İçin” başlıklı bir rehber hazırlayarak, şiddet gören kadınların kalabileceği sığınma evleri projesini somutlaştırmaya çalıştılar. Uzun uğraşlar sonucunda 1990 yılında Türkiye’nin ilk bağımsız kadın sığınağı olan Mor Çatı kuruldu.

Öte yandan yürüyüşün hemen ardından feministler, kadının çalışma hayatını koca iznine bağlayan Medeni Kanun’un 159. maddesine karşı kampanya yürüttüler. 1989’da “Mor İğne” kampanyası ile kadınlar sokakta, otobüste, işyerinde maruz bırakıldıkları tacize dikkat çektiler; “bedenimiz bizimdir, tacize hayır” diyerek mor rozetlerle ses çıkardılar. Takiben, “159’a Hayır” kampanyasıyla 5 bin bildiri dağıtıldı, 2.500 imza toplandı ve Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu. Sonuçta Kasım 1990’da koca izni şartını kaldıran 159. madde iptal edildi.

∗∗∗

BİRÇOK ŞEYİN İLKİYDİ

Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nün tertip komitesi başkanı, aynı zamanda “Kadınlar Vardır” şarkısının söz ve bestesini yapan Filiz Kerestecioğlu da yürüyüşü şu sözlerle anlattı:

"Kol kırılır, yen içinde kalır anlayışına karşı çıktığımız için o dönem böyle bir yürüyüş yapma kararı aldık. Feminist dergisini çıkarıyorduk. Ben o kadınların içinde yer alıyordum.

Sosyalist Feminist Kaktüs Dergisi’nden Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği’nden kadınlarla toplantılar yaparak karar verdik. Darbeden sonra yapılacak ilk yürüyüş olduğu için endişelerimiz vardı. Engellenir mi, kadınlar gelir mi diye kaygılandık. Ama gayet başarılı bir yürüyüş oldu. Binden fazla kadın katıldı. İlk kez sadece kadınlar olarak bir yürüyüş organiz ettik. O zaman da yürüyüş günü için anneler gününü özellikle seçmiştik. Tıpkı bu senenin 'Aile Yılı' ilan edilmesine karşı çıktığımız gibi o dönem de 'aile, anne' denilerek şiddet uygulanmasına karşı çıktık.  Kadınlar çiçektir, cennet annenin ayağının altındadır derken bir yandan da kadınlara şiddet uygulanan bir ülkede yaşamakta olduğumuzu bilerek ve bunun meşrulaştırılmaya çalışıldığını bilerek davrandık. Ben 'Kadınlar Vardır' şarkısını da yürüyüş toplantılarının heyecanıyla yapmıştım. İlk defa o yürüyüşte söylendi. Kürsümüz kamyonetti, Şirin Tekeli, Ayşe Düzkan ve birçok kadın konuştu. Aynı zamanda ilk kez bir trans kadın söz aldı. Ben de tertip komitesi başkanıydım. Bugünlerden baktığımızda o yasaklamalara baskıya rağmen çok ilerici bir eylem olduğunu söyleyebilirim. O eylemden önce hep kırmızı, siyah, beyaz olan pankartlar ilk kez rengarenkti. Şarkılarımız, sözümüz renkliydi. O gün ilkti, şimdi hala 8 Mart’larda, 25 Kasım’larda devam ediyor. Başka haksızlıklara karşı mücadelemiz sürüyor. O gün birçok kadın yalnız olmadığını anladı, cesaret buldu."

∗∗∗

SIĞINMA EVLERİ YETERSİZ

Belediyeler Kanunu’na göre nüfusu 100 binin üzerindeki her belediyenin kadın sığınma evi açma zorunluluğu olmasına rağmen birçok belediye bu yükümlülüğünü yerine getirmiyor.  2023-2024 verileri incelendiğinde, devlete ait konukevlerinin ortalama kapasitesinin 2.800 civarında olduğu; buna karşılık yalnızca bir yılda hizmet alan kadın sayısının 30 bini geçtiği tahmin ediliyor. Bu durum, pek çok kadının barınma talebine yanıt verilemediği veya konukevlerinde kalma süresinin kısıtlandığı anlamına geliyor.

∗∗∗

KAPASİTE ARTMIYOR

2013-2023 yılları arasında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na bağlı kadın konukevlerine ilişkin yıllık veriler şu şekilde: