Zulmedenler kesif bir kokuyla tarihin çöplüğünde dururken, her gün direnenlerin anısına doğacak güneş

Dayanacak, yazacak  ve yaşayacağız

> ZİHNİ BAŞSARAY zihnibassaray@gmail.com

Kafka’nın Babil Kulesi’ni anlattığı bir öyküsü vardır. “Önemli olan kuleyi bitirmek değildi” der Kafka. Önemli olan, Babil Kulesi’nin bir gün bitebileceğine dair bir inanç yaratmaktır. Her nesil, bir öncekinden aldığı bu inancı hissedecektir. İnanç garip şey. Ne olursa olsun, o taşı o kulenin üzerine koymak istiyor insan. Paramparça edilmeselerdi, bir taş daha koyacaklardı kulenin tepesine. Olmadı.

İnanmışlardı. Sokakta boncuk satarak, yardım toplayarak gittiler oraya. Çocuklar silahla büyümesin istediler. Oyuncak silahları ayıkladılar gitmeden. Masallar, boyama kitapları, boyalar, oyuncaklar ve kocaman bir sevgi. Savaşmaya gittiler yani. Kötülüğe karşı silahla savaşmak yetmezdi. Çocuklar yaşadıklarını biraz daha hissetsin, biraz gülebilsin diye çıktılar yola. Çarşamba günü cenazeleri geldi. Öldürüldüler.

Böylesine bir inancı paylaşırken ve birileri bu inanç uğruna gidip katledilmişken aldığı nefesten utanıyor insan. “Ama”’sı bol cümleler kuran, bir dönem bu düzene çanak tutup şimdi utanmadan televizyonlarda acısını yaşayan insanlara akıl verenler utanmadı ama biz utandık. Her konuda fikri olan, insanlara nefretten başka bir şey sunmayan, kalemini pazara çıkaranlar utanmazlar.

Özgürlük diyen herkese terörist, laiklik diyene statükocu, bilim diyene elitist deyip cehaleti yüceltenler utanmazlar. Ölümü bile kendine yontan, hiçbir öngörüsü doğru çıkmadığı halde hala caka satanlar utanmazlar.

Utandık. Kızını tırnağından teşhis eden Fadime Anne’den utandık. Zehra Anne’den, Sami Amca’dan utandık.

Sevdiğimize bakmaktan, kardeşimize sarılmaktan, nefes almaktan utandık. Kalanlar, gidenleri uğurladı. Kurumuş bir gülfidanı gibi verdik onları toprağa. Gülüşleri, sesleri, bakışları, inançları kaldı geriye. Hepsini aldık, bağrımıza bastık.
Bize acıdan başka paylaşacak birşey bırakmadılar. Günlerdir hep birlikte bir acıyı paylaşıyoruz. Acı, öfkeyi doğurur. Oysa bunca çirkinliğin, böyle kötülüğün, böyle ahlaksızlığın içinde umudu, sevgiyi diriltebilmek, öfkeyi dindirebilmek de devrimci bir eylemdir. Yangın yerinde yaşamak gibi.. Yitip gidenlerin götürdüğü oyuncaklar, kurdukları hayaller yarım kalmasın diye sevebilmek, inanabilmek ve yine hep beraber kötülüğe karşı durabilmek…

Elbet bugünlerin de romanları, öyküleri, şiirleri yazılacak. Çocuklar, kendileri için mücadele edenleri elbet bir gün tanıyacak. Mevsimler değişecek, yaktıkları ormanlar yeniden yeşerecek. Zulmedenler kesif bir kokuyla tarihin çöplüğünde dururken, her gün direnenlerin anısına doğacak güneş.

Ölülerinden bile korktukları o insanlar, gelecek nesillerin ellerinde direnişin, umudun, sevginin simgesi olacak. Zulmedenlerin ise mezarlarını derin kazacaklar, toprak kabul etmez diye. Bugün güce taparak çıktıkları ekranlarda, köşelerinde insanların ölümüne sevinenler utanmasa da gelecek nesiller isimlerinden bile utanacak.

Elbet kimsenin ecelinden evvel ölmediği günler gelecek. Gelecek barış dolu günlerin hayaliyle dayanacak, yazacak ve yaşayacağız.