Erich Fromm’un da Sevme Sanatı’nda dediği gibi “insan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.” Yalnızlığı kırmanın, güvende, anlamlı ve bütün olarak hissetmenin tek yolu, yardımlaşma, dayanışmadır .

Dayanışma farklıların aynı amaçla bir araya gelmesiyle mümkündür

EMİNE TÜLİN ERİNÇ

İki ev düşünün. İkisinin de içinde üçer insan yaşasın. Birinci evdeki üç insan neden ve ne için bir araya geldiklerini biliyorlar. Ev içinde sorumluluklarını beceri ve kapasitelerine göre paylaşmışlar. Evin her bir köşesi işlevsel, her şey yerli yerinde, kalabalık edecek tek bir çöp yok. Herkes nerede ne yapacağı, ortak alanları nasıl kullanacağı bilgisine sahip. İkinci evdeki üç insan ise o eve rastgele tıkılmış, içlerinde birlik yok, amaç yok, bu yüzden hepsi kendi alanını muhafaza etmeye çalışıyor. Ortak veya özel kullanım alanları belli değil. Görev paylaşımı yapılamıyor. Evde bir sürü gereksiz ıvır zıvır var, çünkü aralarında “bana ne bu benim eşyam!” diye çatışmalara giriyorlar. Biri diğerinin şu köşeye koyduğunu alıyor öbür köşeye atıyor. İletişim yok, sadece gerginlik ve güvensizlik var. Şimdi bu evlere birden misafir geldiğini düşünün, neler olur? Birinci evdekiler hemen organize olurlar: Biri alışverişi yaparken, diğeri yemeği yapar, beriki ortalığı toparlar. Zaten işlevsel de bir evleri olduğu için misafire kısa sürede kaygısız hazırlanırlar. İkinci evde ise kaos daha da büyür. Kimin neyi yapması gerektiği ile ilgili kavga çıkar, ortalık toparlanmaz aksine daha da dağılır, hiçbir şey zamanında hazır olmaz ve çaresizlik, stres, başarısızlık ve yalnızlık evin üzerine kara bulut gibi çöker.

Deprem ve bu minval şeyler hayatın bize getirdiği “misafirler”. Maalesef o ikinci ev ise biziz. Bu ülkeye rastgele tıkılmış insan yığınları haline getirildik. Birlik ve beraberliği tesis edeceğimiz, mesela “hadi bu ülkeyi dünyanın bir turizm, sanat ve kültür merkezi haline getirelim!” ya da “ülkemizde birçok üniversite birçok araştırmacı var. Hadi bu ülkeyi dünyanın araştırma ve eğitim merkezi haline getirelim!” gibi bizleri eylemde, gündelik hayatta birleyecek bir hedef veya bilinçli amacımız yok. Bu amaçsızlığın bir sonucu olarak gruplara ayrılıyor, yer, rant, özgürlük, güç, hak savaşlarına tutuşuyoruz. Dahası birbirimizden ya bekleyebileceğimizden fazlasını ya da beklenmemesi gerekeni bekliyoruz. Herkes ülkesi için bir şey yapabilir. Herkes işlevseldir. Fakat bunu görmek yerine bir doğru, bir revaçta kimlik çıkarıyor, bu olmayan herkesi, artık nereye ait olmaya çalışıyorlarsa oradan kovuyoruz. Tüm bu kaos yüzünden şehirler, yollar, toplum, diyaloglar hiçbir işlevselliği, pratik hayatta zerre karşılığı olmayan ıvır zıvırla -mesela ideolojik çatışmalar- doluyor, yaşam dağınık, tıka basa bir hal alıyor. Tüm bunların bir sonucu olarak da birbirine küs, güvensiz, öfkeli ve huzursuz, bir kaos içinde yaşar hale geliyoruz. Sonra “misafir” geliyor ve her şey daha da tahammül edilemez bir çileye dönüşüyor. Ancak o çilede, o çaresizlikte birleşebiliyoruz. En acı olanda, en tolere edilmez olanda, ancak mahvolduğumuz zaman, suçluluk, pişmanlık ve azapta birbirimizin gözünün içine bakabiliyoruz. Böyle olmak zorunda mı? Değil.

İnsanları ideolojiler, yaşam tarzları, kökler, ırk, deneyim birleştirmez. Bunlar bizi gerek bireysel gerek toplumsal ölçekte yalnızca ayrıştırır. Konu bunlara geldiğinde herkesle tek bir dil tutturmak ya da diğerlerini buna zorlamak yalnızca ve yalnızca çatışma yaratır. İnsanları amaç ve eylem birleştirir. Alan Swingewood’un Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi adlı eserinden alıntılarsak: “Mekanik dayanışma, bireyi biçimde toplumla bağlayan bir benzerlikler yapısı olarak açıklanmakta, böylece bireysel eylem daima kendiliğinden, inisiyatifsiz lektif bir kimliğe bürünmektedir. Buna karşılık, organik dayanışmanın temeli, iş bölümü ve toplumsal farklılaşmadır”. Bir grup farklı öğrenci üniversiteden mezun olmak gayesiyle bir araya gelip çalışabilir. Bir grup farklı insan bir araya gelip bir işi birlikte yapabilir. Bir toplum da bundan daha farklı değildir. Birlikte, tüm kavgalardan, ayrıştıran ideoloji ve yaşam tarzlarından yukarıda, herkesin işin bir ucundan, kendi eğitim, beceri ve yapısına göre tutabileceği bir amacımız olursa, birlikte çalışabilmeyi, organize hareket edebilmeyi, üretebilmeyi, toprağımıza emek verebilmeyi öğrenebiliriz. Hem sonra birlikte bunca emekle oya gibi işlediğimiz bir yaşama yine birlikte, şüpheye ve birbirimize düşmeden sahip de çıkabiliriz. Onu hep birlikte, her şeye karşı tek yürek olup koruyabiliriz. O zaman davetsiz misafir baskınlarını çok daha kolaylıkla, daha az yara ve kayıpla yönetebilir, hayatı her haliyle çok daha cesurca ve kuvvetle kucaklayabiliriz. Unutmamak gerekir ki Erich Fromm’un da Sevme Sanatı’nda dediği gibi “insan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır”. Yalnızlığı kırmanın, güvende, anlamlı ve bütün olarak hissetmenin tek yolu, yardımlaşma, dayanışmadır.

dayanisma-farklilarin-ayni-amacla-bir-araya-gelmesiyle-mumkundur-1136189-1.