Geçmişten Günümüze Kooperatifçilik ve Sol adlı yazı dizimizin ikinci gününde Dayanışma Kooperatifi’nden Hüseyin Atalay ile konuştuk.

Dayanışma Kooperatifi: Çabamız, alternatif bir yaşam

Kooperatifi hangi ihtiyaçtan kurdunuz, kuruluş nedeniniz?

Bizim açımızdan çok ciddi bir soru, sürekli tartışıp yeni cevaplar vermeye ve pratikler örgütlemeye çalışıyoruz. Günümüzde tekelci kapitalizm emek, doğa ve insan sömürüsünü vahşileştiriyor, üretici ve tüketicilerin şirketler tarafından sömürüsü daha da derinleşiyor. Başta temel gıda ürünleri olmak üzere, Türkiye genelinde endüstriyel tarımın yaygınlaşmasıyla birlikte sağlıklı gıda üretimi ve tüketimi neredeyse imkânsız hale geldi. Üretici ve tüketicilerin insanca yaşam hakkını korumasının, sömürüye karşı söz ve karar hakkına sahip çıkmasının yolunun örgütlenmekten geçtiğini biliyoruz. Dayanışma Kooperatifi, bir karşı çıkış ve alternatif bir yaşam nüvesi oluşturma çabasıdır. Üretici-tüketici birliğini sağlama hedefiyle faaliyetlerini sürdüren Dayanışma Kooperatifi, küçük aile çiftçiliği yapan üreticilerin tekelci kapitalist gıda-tarım şirketlerinin altında ezilmesine karşı çıkarak, tüketicilerin de mevsiminde, sağlıklı, doğal, güvenilir gıdalara ulaşması amacıyla katılımcı bir ekonomiyi örgütlemeyi hedefleyerek yola çıkmıştır. Yaşam alanlarımıza, doğamıza, emeğimize dönük sistemli saldırılara karşı bir mevzi oluşturmak, alternatif sosyal, siyasal ve ekonomik örgütlenme modellerini hayata geçirmek bugünün mücadele görevidir diye düşünüyor ve halen sorular soruyoruz.

Nasıl, ne zaman kurdunuz?

Yaşam alanlarımızda sosyal-kültürel-eğitsel faaliyetlerin yanı sıra gıda dayanışmasını da örgütlemeye çalışıyorduk. Tanıdık küçük aile çiftçiliği yapan üreticilerin mahsullerini çevremizde dağıtmaya başladık. Toplumsal ilginin artmasıyla kooperatif örgütlenmesi gündeme geldi ve çevremizdeki herkesle bu fikri tartışarak S.S Dayanışma Gıda Tüketim Kooperatifini örgütledik. Yaklaşık 10 yıldır da İstanbul’da kooperatif faaliyeti yürütmekteyiz. Kurulduğu günden bu yana büyük bir ilgiyle karşılanan Dayanışma Kooperatifi yeni bileşenlerin katılımı ve katkılarıyla zenginleşiyor. Yine İzmir Narlıdere’de ve Uşak’ta, 2019 yılında oradaki gönüllülerimiz tarafından kuruluşu tamamlandı. Bu yüzden, kuruluşu henüz bitmiş değil; fikirler ve pratikler doğrultusunda yeniden kuruluyor diyebiliriz.

Şu an için İstanbul’da Küçükçekmece ve Avcılar’da, İzmir Narlıdere ve Uşak’ta Dayanışma Kooperatifi bulunmakta. İnternet sitemiz www.dayanismakoop.com üzerinden de mevcut ürünlerimizi kargo yoluyla gönüllülerimize ulaştırıyoruz.

Kaç kişi ile kurdunuz, mevcut üye sayınız kaç, kaçı kadın ?

Öncelikle Dayanışma Kooperatifi klasik anlamda bir kooperatifçilik faaliyeti yürütmemektedir. Amacı elde edilen kârı ortaklar arasında bölüşmek değildir. Üretici ve tüketici arasında bir köprü kurarak toplumsal dayanışmayı sağlamaktır. Genel olarak dayanışma faaliyetlerinin örgütlenebilmesi için kolaylaştırıcı bir araca ihtiyaç duyulduğu için kooperatif kuruluşu gerçekleşmiştir. Bir kooperatifin yasal olarak kurulabilmesi için en az yedi kurucunun olması gerekiyor. Dayanışma Kooperatifi bu prosedürü yerine getirerek kuruldu. Her bölgedeki Dayanışma Kooperatifi kendi ihtiyaçlarına göre bunu şekillendirmiştir. Gerçek olan şudur ki, yasal sınırlılıkları yerine getirmekle birlikte kooperatifimize ortak olsun veya olmasın bütün gönüllülerimiz çalışmalarımızın her noktasında görev almaktadır. Kooperatiflerimiz bünyesindeki kadın-erkek sayısı meclislerdeki ve çalışma gruplarındaki faaliyetlere göre değişiklik gösteriyor.

Üyelik kriteriniz ne?

Adalet, eşitlik ve dayanışma değerlerine sahip, doğadaki canlı yaşamı savunan herkes kooperatifimize ortak olabildiği gibi, gönüllü olarak çalışmaların içinde yer alabilir.

Kararları nasıl alıyorsunuz, üyeler kararlara katılabiliyor mu? Nasıl bir demokrasi, işleyişe sahipsiniz, örgütlenme anlayışınız ne?

Dayanışma Kooperatifi katılımın gönüllülük esasına dayandığı, karar almanın ve denetlemenin kolektif olarak gerçekleştirildiği Dayanışma Meclisleri aracılığıyla hayata geçirmektedir. Buda bizi bürokratik ve hiyerarşik yapılanmanın dışına taşımakta. Dayanışma gönüllülerinden oluşan meclisler; “eşit” ve “özgür” bir işbirliği amacıyla bir araya gelen gönüllülerden oluşur ve yaşam alanlarında dayanışma faaliyetlerini örgütlemeyi hedef olarak belirler. Bu örgütlenme anlayışıyla özyönetim deneyimini yaşama geçirmeyi amaçlayan Dayanışma Kooperatifi söz ve karar alma sürecini şeffaf bir şekilde örgütler. Örneğin, bir ürün ihtiyacı ortaya çıktığında bunun tedariği, üreticiyle iletişimi, maliyet ve fiyatının belirlenmesi tamamen kooperatif gönüllülerinin katılımıyla belirlenmektedir. Bu durum ürünlerin dağıtımında da geçerlidir.

Yerel yönetimlerle ilişkileriniz nasıl?

Bu ilişkiler her bölgedeki ihtiyaca göre değişiklik gösteriyor. Örneğin, Dayanışma Kooperatifi olarak İzmir yerelinde muhtarlar, belediye meclis üyeleri ve Narlıdere Üretici Kadın Kooperatifi’yle iş birliği yaparken; İstanbul’da İBB’nin kooperatiflerle birlikte açmayı planladığı, üretici pazarları faaliyetinin içinde yer alıyoruz. Yerel yönetimlerle ortak çalışmalar yürütülmesini önemsiyoruz. Kooperatifimizin yetki ve karar mekanizmasındaki özgünlüğünü ve bağımsızlığını koruyarak bu çalışmalarda yer alıyoruz. Sosyal demokrat belediyelerin seçim vaatlerinde ve programlarında kooperatif örgütlenmelerinin desteklenmesi ilkesel olarak var olmasına rağmen, bu desteği bir bağımlılık ilişkisi içerisinde değerlendirmesi kurulacak ilişkiyi baştan sakatlamaktadır. Biz ilişkinin eşitlik temelinde ortaklaştırılmış kriterler çerçevesinde olmasından yanayız.

Diğer toplumsal örgütlenmelerle ilişkiniz nasıl?

Demokratik ve çağdaş kurumlarla dayanışma ilişkisine önem veriyoruz. Hem kooperatifler hem de diğer yapılar için bu durum geçerli. Pandemi döneminde yaşanan zorluk ve toplumsal ihtiyaçları, dayanışma ilişkisiyle çözmeye çalışıyoruz. İşçi Dayanışma Derneği’yle başlattığımız çeşitli kurum ve yapıların desteğiyle de geliştirdiğimiz Dayanışma Gönüllüleri çalışmasında pandemi sürecinde işten çıkarılan ya da ücretsiz izne ayrılan işçi kardeşlerimize dayanışma kolisi oluşturuyoruz. Aynı faaliyeti Divriği Kültür Derneği, Divriği Kooperatifi, Arguvan Vakfı vb. kurumlarla da gerçekleştiriyoruz.

Mevcut kooperatif yasasını nasıl buluyorsunuz, ne tür sınırlar yaratıyor, bu sınırları nasıl aşıyorsunuz?

Kooperatif yasası, kooperatifleri mevcut sistemin eşitsizliklerinin gizlenerek sürdürülebilmesinin bir ticari aparatı haline getirmiş durumda. Kuruluş prosedürünün zorluklarından tutun, faaliyetin bürokrasisi ve denetim süreçlerine kadar her aşamada türlü zorluklarla karşılaşıyoruz. Birçok zorluğu başta ifade ettiğimiz anlayışımıza uygun olarak fiili süreçler içinde aşmaya çalışıyoruz.

Demokratik bir kooperatif yasası için ne düşünüyorsunuz, bunun için nasıl bir mücadele?

Kooperatiflerin bir ticaret aracı olarak değil; kamusal, demokratik dayanışma örgütleri/birlikleri olarak görülmesini sağlayacak bir bakış açısı ile ele alınması başlangıç noktası olmalıdır. Bu temel ilkenin ışığında kuruluş, işleyiş, vergilendirme, denetim, faaliyet planlaması gibi diğer işleyişlerin düzenlenmesi gerekir. Son yıllarda çok sayıda kooperatif hayatımıza girdi. Bizimle ortak kaygıları taşıyan kooperatiflerle bir araya gelerek bir mücadele çizgisi oluşturmak erteleyemeyeceğimiz görevlerimiz arasında.

Sözleşmeli üretim için düşünceniz ne?

Bir sezondan diğerine tohumlarını biriktiren, geleneksel üretim yöntemlerini kullanarak ekolojik üretim yapan küçük aile çiftçiliği yok ediliyor. Bugün gıda ihracatçısı ülkeler-şirketler daha çok ürün veren ıslah edilmiş GDO’lu tohum çeşitlerini üreticilere dayatırken neyi, ne kadar üreteceğini de belirliyor. Bizim gibi ülkelerin gıda özerkliğini kaybetmesine ve bağımlı hale gelmesine yol açıyor. Sözleşmeli üretimle çiftçilerin ve hatta tüm halkın hakları ihlal edilmek istenmektedir. Gıda üretimi ve dağıtımı bir avuç şirketin insafına bırakılıyor. Çiftçilerin tohum ve toprakla bağı koparılıyor. Çıkarılan yasalarla yerli (atalık) tohumların ticareti veya dağıtımı yasaklanarak endüstriyel tarım dayatılıyor. Bu konuda özellikle Çiftçiler Sendikası’nın sözü bizim için değerlidir. “Sözleşme ile şirketlere bağlanan köylü/çiftçi, artık bilinen anlamda ‘köylü/çiftçi’ değildir. İşvereni gıda ticaretiyle uğraşanlar olan, malı ile birlikte işgücünü de kiraya veren ‘marabalar/ırgatlar’ haline gelirler. Artık çiftçi/köylü toprağıyla birlikte kiralanabilen bir meta haline dönüşür. Bu üretim tarzında üretici giderek alıcıya daha bağımlı hale gelmiştir. Toprağını ve kendi tarımsal bilgeliğini kullanma konusundaki bütün tasarrufu şirketlere geçmiştir. Kendi toprağına ne ekeceği, hangi tohumu kullanacağı, ne tür kimyasallar ve ne tür gübre kullanacağı vb. haklarını sözleşmeyle şirketlere devretmiş olmaktadır. Şirketler üreticileri kendilerine öylesine bağımlı hale getirirler ki; kullanılacak kimyasalların ‘zirai ilaç bayileri’nden bile satın alınmasını engelleyip kendileri kimyasal pazarlarlar.”

Gıda tekellerinin sözleşmeli tarım dayatmalarına, çiftçilerin çiftçi sendikasında ve kooperatifler çatısında örgütlenerek karşı çıkmasını önemli görüyoruz.

Sağlıklı gıda üretimi ve erişimi için neler yapıyorsunuz?

Gıda üretimi ve tedariğinde toprağın, suyun ve havanın korunmasını önceliyoruz. Zehirli maddelerle kirletilmemiş çevreden elde edilecek ürünler, sağlığımız için kıymetli. Bunun diğer bir yönü ise gıdanın mevsiminde tüketimi. Bu konuda üretici kooperatifleri ve çiftçilerle görüşmelerimizde toprakta zehir kullanılmaması, aksine atalık tohum kullanılması hassasiyetimizi ön planda tutuyoruz. Yine agro-ekolojik bir yaklaşımı ön planda tutuyoruz. Aydın Kuşadası Kirazlı köyünden Nihat Fırat gibi üreticilerin varlığı bizim için çok değerli. Bu yolla üretim yapan üreticilerimizi destekliyoruz. Bu anlamda bir yandan gıda topluluklarımızla gıdaya dair söyleşi ya da toplu okumalar yaparken diğer yandan da üreticilerin ekolojik hassasiyetlerini ön planda tutmaları için görüşüyoruz.

Üreticilerin ve tüketicilerin birlikte örgütlenebildiği kooperatifler mümkün mü?

Küresel salgınla birlikte, siyasi ve ekonomik kriz de dalga dalga yayılıyor. Yoksulluğun, işsizliğin, açlığın yaygınlaşması kaçınılmaz. Bu kriz; emekçileri, işçileri, küçük aile çiftçiliği yapan köylüleri derinden etkiliyor. Dünya ve Türkiye’de bugüne kadar uygulanan kapitalist sömürü düzeninin ne olacağını üretici ve tüketicilerin örgütlülüğü belirleyecek. Üretici ve tüketicilerin insanca yaşam hakkını korumasının, sömürüye karşı söz ve karar hakkına sahip çıkmasının yolu örgütlenmekten geçmektedir. Tam bu noktada alternatif iktisadi, sosyal ve politik örgütlenme modellerine ihtiyaç vardır; kapitalizmin ötesine işaret eden ve bugünden dayanışmacı bir yaşamı, iktisadi ve sosyal bir sistem olarak örgütlemeye başlayan alternatiflere. Tarlalarda ve mahallelerde hayata geçireceğimiz Dayanışma Kooperatifi faaliyetleri, kendi başlarına, kendi özgün sorunları ve talepleri üzerinden mi bir faaliyet örgütleyecek yoksa faaliyetler ortak bir mücadele ekseni ve hedefi üzerinden mi örgütlenecek? Eğer her çalışmayı kendi çalışma alanında, kendi özel sorunuyla baş başa ve bağımsız bırakırsak sonuç almamız mümkün olmayacaktır. Dayanışma Kooperatifi faaliyetlerini ortak-organik bir hale getirebilen ve böyle bir ortaklık üzerinden merkezileşen bir program ve örgütlenme anlayışıyla örgütlemeliyiz. Bizim görevimiz toplumun sorunlarını çözmekten öte, politikleşmiş örgütlü toplumu yaratmak olmalıdır. Üretici ve tüketicilerin Dayanışma Kooperatifi zemininde örgütlenmesi, şirketlerin sömürü egemenliğini ortadan kaldıracak bir örgütlenme ağıdır ve elzemdir. Üretici ve tüketicilerin birlikte mücadelesini ve örgütlenmesini olası en iyi seçenek olarak görüyoruz.

Toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından ne tür sorumluluk içindesiniz?

Memleketin en temel sorunlarından birinin bizim de sorunumuz olması kaçınılmaz bir durumdur. Bu anlamda eşitliği en geniş tanımıyla hayata geçirmek, hem iç ilişkilerimizde hem de gıda temin ve paylaşım ilişkilerimizde en temel ilkelerimiz arasındadır. Ürün temini konusundaki ilkelerimizde de belirttiğimiz gibi kadının, kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesi ve istismarı kırmızı çizgimizdir. Ayrıca gerçekleştirmeyi planladığımız ama salgın nedeniyle ertelemek zorunda kaldığımız çalışma programımız içinde bu konuda çeşitli eğitim ve seminer çalışmaları da mevcuttu.

İklim adaleti ve ekolojik bilinç konusunda ne tür çalışmalarınız var?

Her şeyden önce İklim Adaleti ve ekoloji mücadelesinin bir parçasıyız. Bu mücadelenin ete kemiğe bürünmesi için tüm paylaşım ve dağıtım ilişkilerimizi de seferber etmenin çabası içerisindeyiz. Bu konu ürün temininde de çok hassas olmaya çalıştığımız konulardan birisidir. Tohum kullanımından başlayarak, tarım, hayvancılık ve deniz ürünlerinin endüstrileşmesine temelden karşıyız. Su kaynaklarının, meraların özelleştirilmesine karşıyız. Tarım alanlarının enerji üretimi başta olmak üzere tarım dışı faaliyetler için kullanılmasına karşıyız. Monokültür tarım yerine agroekolojik tarımdan yanayız. Konu hayli kapsamlı ve uzun olduğu için bu mülakatın sınırlarını aşıyor maalesef.

Kooperatifçiliğin sizlere kazandırdığı nelerdir?

Dayanışmacı bir yaşamın hayatımızın her alanına, her anına sirayet etmesi; üretici, yaratıcı ve dayanışmacı bir toplumsal kültürün yeniden üretilmesi değişim ve dönüşüm için çok önemli. Eşit ve özgür bir geleceğin nüvelerinin bugünden yaratılması çabasının bize çok şey kazandırdığına inanıyoruz.

Üye olmayanlar da sizden ürün talep ediyor mu?

Tabii ki, bizim için esas olan yoğun bir emekle elde edilmiş değerin toplumla paylaşılmasıdır. Dostlarımızla var olanın paylaşılmasından memnuniyet duyuyoruz. Gıda topluluğu çalışmaları da bizim için vazgeçilmez bir önem taşıyor. Mahallelerde dostlarımız, küçük gruplar halinde gıdaya dair söz üretecekleri yapılar oluşturuyorlar. Bu yolla tüketimden kaynaklanan gücün kullanılıp organize ürün tedariği ve dağıtımı sağlanabiliyor. Kooperatifimize uzak mahallelerdeki dostlarımız komşularıyla bir araya gelip ürün taleplerini oluşturuyorlar. Ya kendileri gelip kooperatifimizden tedarik ediyorlar ya da biz ulaştırıyoruz.

Tüketiciler sizi niye tercih ediyor?

Her şeyden önce kooperatifimize güveniyorlar. Bu güven ürün kalitesi, fiyatı gibi birçok faktörü de içinde barındırıyor. ‘Kooperatifimiz’ diye söz ediyorlar Dayanışma Kooperatifi’nden, yani kooperatifi kendilerinden ayrı görmüyor gönüllülerimiz.

Sizleri bu çalışmada motive eden nedir?

Bizleri motive eden şey; hayatın her alanında somut sorunlardan yola çıkarak, bu sorunları halkın doğrudan ve aktif katılımı ile çözme, kendi öz deneyimleriyle başka bir dünyanın nüvelerini oluşturma isteğidir.

Ürünlerinizi nasıl ve kimlerden sağlıyorsunuz? Diğer kooperatiflerle dayanışma ilişkiniz var mı, ne düzeyde?

Bizim için iki seçenek vardır: Ya örgütlü kooperatif veya sendika olacak ya da küçük aile çiftçisi. Bunların dışında ürün tedariğinde bulunmuyoruz. Kooperatiflerde de seçici davranıyoruz. Bu konuda şirketleşmiş kooperatifler bizim için seçenek dışıdır. Tercihlerimizi belirleyen şey; kooperatiflerin demokratik yapılar olma zorunluluğudur. Örneğin, Ovacık Kooperatifi’yle karşılıklı olarak geliştirdiğimiz takas usulümüz var. Ovacık Kooperatifi bizim Hopa Çay’ı kullanırken karşılığında biz de nohut ve fasulye tedariğimizi oradan sağlıyoruz. Diğer kooperatiflerle de bu yaklaşımı geliştirmeye çalışıyoruz. Hopa Çay, Divkoop, Lice Kadın Kooperatifi, Pülümür Tarımsal Kalkınma Kooperatifi, Şahinyurdu Köyü Kooperatifi vb. kooperatiflerle de dayanışma ilişkisini büyütüyoruz. Bu aynı zamanda kooperatiflerin tanınırlığını da artırıyor.

Ürün kriterleriniz nedir? Hangi ürünleri alıyorsunuz, neden?

Ürünlerin ekolojik olması önceliğimizi oluşturuyor. Keza doğanın kirletilmemesi ve mevsiminde tüketim bizim için önemli. Hopa’nın çayı başta olmak üzere, kahvaltılık, bakliyat gibi bir evin bütün ihtiyaçlarını tedarik etmeye çalışıyoruz. Ürünlerimizi mutlaka güvenilir, tanıdık üreticilerimizden alıyoruz. Herhangi bir olumsuzluk ya da bilgi ihtiyacı ortaya çıktığında üreticilerle tüketici dostlarımızı gerekirse telefonla bir araya getirerek yabancılaşmaya karşı çıkışı olgunlaştırma gayreti içindeyiz.

Fiyatları nasıl belirliyorsunuz?

İkili bir süreç izliyoruz: Bir taraftan üreticinin ürününün değerinde alınması, diğer taraftan da tüketicinin sağlıklı gıdaya makul bir fiyatla ulaşması. Sadece bunlara kooperatif masrafı eklenmekte. Üreticinin, tüketiciye ürünü ne kadara ulaştıracağı konusunda söz sahibi olmasına önem veriyoruz. Kooperatifimizin ürünlerinin fiyatını büyük çoğunlukla üreticiler belirlemekte. Bundan sonra ürün fiyatını, masraflarla birlikte gıda toplulukları ve gönüllülerimize açıyoruz. Onların da onayından sonra süreci tamamlamış oluyoruz.

Gıda egemenliği hareketi yaratmak için nasıl bir anlayışa sahip olmak lazım?

Öncelikle gıda politikasını tamamen kâr anlayışla belirleyen, küçük aile çiftçiliği yapan üreticileri ve tüketicileri birkaç şirketin sömürüsüne terk eden devlet politikasına karşı çıkmak gerekiyor. “Gıda egemenliği”nin tesisi yaşam alanlarımıza, doğamıza, ekmeğimize, emeğimize dönük sistemli bir saldırı ve sömürüye karşı çıkmakla ilgili ve politiktir. Emperyalist gıda endüstrisine karşı “gıda egemenliği”ni savunmak; üreticinin ve aynı zamanda tüketicinin gıda üzerinde söz, yetki, karar hakkına sahip çıkmaktan geçmektedir. Bunun için de, başta temel gıda ürünleri olmak üzere, Türkiye genelinde sağlıklı gıda üretimi ve dağıtımını kolektif bir anlayışla örgütlemek gerekiyor. “Gıda egemenliği”, ekolojik tarım ile yerel üretim-dağıtım-paylaşım sistemleri ile, üreticilerin haklarının korunması ile, gıda politikalarının kamucu bir çerçevede yapılması ile doğrudan alakalı. Gıda üretiminin ve dağıtımının adil, özgür koşullarda dayanışmayı esas alan bir anlayışla kooperatifler zemininde örgütlenmesiyle “gıda egemenliği”nin sağlanabileceğini düşünüyoruz.

Topluluk destekli tarımdan ne anlıyorsunuz Katılımcı sertifikasyonu duydunuz mu? Bu sizin için ne anlam ifade ediyor?

Topluluk destekli tarım programında, sağlıklı gıdaya ulaşmak için ekolojik üretim yapan küçük çiftçiler ile tüketicilerin ortak bir amaç için bir araya gelirler. Aralarında karşılıklı güvene dayalı birliktelik oluşur. Burada üretici kim için, nasıl, neyi, ne kadar üreteceğini bilir. Tüketici de bu bilgiye dayanarak üreticisini tanır. Tüketici edilgen bir durumdan etken hale geçerken üretici de tek yönlü şirketlere bağımlılıktan çıkarak ürününü tedarik edecek gerçek kişiyle karşılaşır. Topluluk destekli tarım ile “katılımcı onay sistemi”ni bir arada düşünüyoruz. Böylece üçüncü bir taraf olarak sertifikasyon kuruluşlarını devre dışında tutarak üretici ile tüketicinin karşılıklı güvenini geliştiriyoruz. Geçen yıl Yozgat’ta yeşil mercimek, Diyarbakır’da Karacadağ pirinci üretimi ve tedariğini bu şekilde gerçekleştirdik. Her iki üreticimizle ilgili bilgileri gönüllülerimizle paylaştık. Ne kadar üretileceği, nasıl üretileceğini, nasıl bir fiyat belirleneceği tarzındaki bütün soruları ürün ekim safhasında yanıtlamış olduk. Keza bu yıl da kırmızı ve yeşil mercimek ile Karacadağ pirincinde aynı yöntemi izlemekteyiz.