Temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyleyenlerin oranı, toplumdaki yoksullaşmanın hızla yayılarak neredeyse ülkenin 3’te 1’ini etkisi altına aldığını ortaya koyuyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın verilerine göre ise yoksulluk koşullarında yaşayan hanelerin yüzde 93,3’ü temel gıdaya ulaşamıyor.

Dayanışma zamanı

Hacer Foggo & Selen Yüksel

Ülkedeki herkesi etkisi altına alan ekonomik kriz, her geçen saat artan dolarla birlikte yoksulluk da her geçen gün derinleşiyor. Çalışan yoksulların sayısı artarken, asgari ücretle çalışanlar açlık sınırının altına itiliyor; günlük ve güvencesiz çalışanlar ise başta gıda olmak üzere en temel hak ve ihtiyaçlarına ulaşamıyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Birleşik Metal İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM), ekim ayında açlık sınırını Türkiye için 2 bin 988 lira, İstanbul için 3 bin 150 lira olarak açıkladı. 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için yapması gereken aylık harcamayı belirten açlık sınırı bir senede 626 lira arttı. TÜİK’in son verilerine göre 1,3 (100 kişiden 31’i) milyon kişi bir yıl ve daha fazla süredir işsiz, bu kişilerin 1,5 milyonu ise iş bulma ümidi kalmadığı için iş aramıyor. 15-24 yaş arasındaki 3,1 milyon kişi ise ne eğitimde ne de istihdamda. Metropoll Araştırma’nın eylül ayında açıkladığı “Geçim Koşulları” başlıklı ankete göre ise yurttaşların yüzde 28,7’si şu anki geliriyle temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını, yüzde 49,2’si ise sadece temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini belirtiyor. Temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyleyenlerin oranı, toplumdaki yoksullaşmanın hızla yayılarak neredeyse ülkenin 3’te 1’ini etkisi altına aldığını ortaya koyuyor. Derin yoksulluk Ağı’nın verilerine göre ise yoksulluk koşullarında yaşayan hanelerin yüzde 93,3’ü temel gıdaya ulaşamıyor.

Ekonomik yoksulluğun derinleştiğini gösteren sayı ve verilerin ötesinde yoksulluğun niteliği, yoksulluğun kişilerin hayatları üzerindeki etkileri de değişmektedir. Kaç kişinin yoksulluk veya açlık sınırının altında yaşadığı verisi kadar, yoksulluk yaşayan her bir kişinin bu yoksulluktan nasıl etkilendiği de kritiktir. Dolayısıyla yoksulluğu ele alırken çok boyutlu ve hak temelli bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Çok boyutlu yoksulluk bakışı; gelir düzeyinin ve ekonomik göstergelerin yanı sıra yoksulluğu kronik bir sosyal dışlanma ve eşitsizlik durumu olarak ele alır. Yoksulluk koşulları uzun vadede, zihinsel kaynakları ve karar verme süreçlerini etkiler. Çocukların yetersiz beslenerek ve yetersiz uyarana maruz kalarak büyümesi sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimlerini engeller. Bu eşitsizlikle hayata başlayan çocuklar öğrenme ve eğitim olanaklarına da akranlarıyla eşit şekilde erişemez. Yoksulluk koşullarında büyümek aynı zamanda sosyal dışlanma ve damgalanmaya, ciddi sağlık sorunlarına, uyuşturucu ve alkol kullanımına, evsizliğe, çocuk istismarı ve ihmaline, erken yaşta evliliklere, çocukların ağır işlerde çalışmasına neden olabilir. Bu riskler bir kısır döngü içinde nesiller boyunca aktarılır ve devreden yoksulluk ortaya çıkar. Bütün bu nedenlerle, yoksulluğa karşı, gelecek kaygısı ve umutsuzluğa karşı yoksulluğu azaltma konusunda acil çalışmalara ihtiyaç var.

Var olan yoksullukla mücadele stratejileri, “sosyal yardım” bakışı etrafında şekillenmekte ve yoksulluğa karşı sürdürülebilir bir çözüm olmakta yetersiz kalmaktadır. Verilen destekler ailelerin temel ihtiyaçlarına ulaşımlarını dahi sağlamakta yetersiz kalırken destek alan kişilerin güçlenmesine yönelik herhangi bir takip mekanizması yürütülmemekte, destekler ekonomik düzeyde kalmaktadır. Sosyal desteklere erişimde eşitsizlik de bir diğer sorun olarak karşımıza çıkmakta; zaman zaman çalışanların inisiyatifine kalan sosyal destek değerlendirme mekanizmaları kaynakların adaletli dağıtımını sağlamakta yeterli olamamaktadır. Sosyal destekler yoksulluğa karşı kaderci, suçlayıcı ve üstenci bakış açısıyla gerçekleştirildiğinde kimi zaman eşitsizliği derinleştiren pratiklere ve siyasi baskı aracına dönüşmektedir. Öte yandan hak temelli yaklaşım yoksulluğu; kişinin gıda, sağlık, eğitim, onurlu yaşam, siyasi katılım, bilgiye erişim gibi insan haklarına erişememesinin sebebi ve sonucu olarak ele alır. Hak temelli yaklaşım, yoksul insanların “ihtiyaç sahibi” değil, “hak sahibi” olduğunu savunur.

Yoksulluk yerel yönetimler, kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa sorumluluk üstlenmesi gereken çok boyutlu bir meseldir. Ancak bu sorumluluk paylaşıldığında gerçekçi ve hak temelli bir çözüm üretmek söz konusu olabilir. Bir sonraki nesle yoksulluğun devredilmesi, eşitsizliğin, dışlanmanın sürmesi bir kader değil. Yoksulluğun önlenmesi hak temelli ve bütünsel politikaların doğru biçimde uygulanmasıyla mümkündür. Uzun vadeli, net ve gerçekçi bir yoksullukla mücadele planı oluşturulmalı, uygulaması ise bağımsız sivil toplum kuruluşları tarafından izlenmelidir. Yerel yönetimlerin de yoksullukla mücadelede sorumluluklarını kabul ederek bu alana ayırdıkları bütçeyi artırmaları ve stratejiler geliştirmeleri gerekmektedir.

Öte yandan ekonomi politikaları ve yoksullukla mücadele yöntemleri yetersiz kaldığında sivil dayanışmanın pandemi süresince yoksul ailelere umut olduğuna tanık olduk. Dayanışma ağları, yoksulluğun yarattığı güçsüzlüğe, gelecek kaygısına ve öfkeye karşı “Buradayız” dediler. Hayırseverlik ya da yardımseverlik bakış açısından uzak, yoksulluğun bir insan hakkı meselesi olduğu bilinciyle; yoksulluğun azaltılması ve nihayetinde ortadan kalkmasını hedefleyen dayanışma pratiklerine olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Dayanışma sürecinde bağımlı ve sürdürülemez bir yokluk yaratmak yerine, insanların yoksulluktan sıyrılıp haklarına erişebilmesi için güçlendirileceği yöntemler edinilmeli; dayanışma yaygınlaşmalı ve büyümelidir.