Türkiye’de çalışma hayatı ciddi bir baskı altında. Nereden mi çıkartıyorum? Bir etrafınıza bakın. İşyerinize gittiğinizde insanların yüzlerine bakın. Aynaya gidin, kendi yüzünüze bir bakın. İşten çıkarken çalışmanın verdiği yorgunluğun yanında karnınızın üzerine yumruk yemiş gibi, sanki içinizde bir yumru taşıyor gibi hissettiğiniz acıyı düşünün.
Bir arkadaşınız işten çıkartılmış mesela. Hoşçakal bile diyememişsiniz. Bir suçlu gibi aranızdan süzülüp gitmiş. Arkasından sevimsiz laflar edenler olmuş birilerine yaranmak için, sessizce onaylamışsınız öyle düşünmeseniz de. Amiriniz gelmiş hakaret etmiş, sineye çekmişsiniz.

Karnınızdaki yumru boşa değil.
Hadi sayılarla konuşalım. Türkiye 23 OECD ülkesi (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) arasında % 76’lık oranla çalışma hayatında zaman baskısının en çok hissedildiği ülke. Bu veriye uzun çalışma süreleri, yoğun iş temposu ve esnek çalışma süreleri üzerinden ulaşılmış. Türkiye iş kazası riski açısından da birinciliği kimseye bırakmıyor. Buna karşın 33 OECD ülkesi arasında en düşük ortalama ücretin olduğu ikinci ülke. Türkiye bir tek Meksika’yı geride bırakabilmiş. Polonyası, Koresi, Macaristanı Türkiye’den iyi durumda.

Bu neden böyle?
Cevabı örgütsüzlük ve dayanışma yokluğu.
Mevcutta pek çok işyerinde İş Kanunu’nun uygulanması bile işçi için yeterli. “Sendikaya ihtiyacımız yok. Bizim işverenimiz iyi. Normal çalışıyoruz. Maaşımızı zamanında veriyor. Üstelik üzerine fazla mesai bile veriyor. Yıllık ücretli izin bile var”.
Ama bu tip işyerleri bile yaşadığımız gerçekliği değiştirmiyor. Olmadık bir anda kapının önünde bulabilirsiniz kendinizi.
Hangimiz yarınımızı planlarken kimi kaygılar taşımadan adım atabiliyor? En güvenceli iş bile riskli hale gelmiş durumda. Ne gelir, ne gelecek, ne iş güvencemiz var.


Fabrikasından , ofisine, madeninden, üniversitesine, hastanesine yasalar askıya alınmış. Keyfiyet, yasa tanımazlık en tepeden toplumun hücrelerine kadar işliyor. Kimse güvende değil.
Keyfiyet bir bakıyorsunuz doğanın kalbinde açılan bir oyuk, kimi zaman uluslararası bir otomotiv devinin polisin sırtına sıvazlayan eli, kimi zaman “temizlik” adı altında yıkılması evinizin.

Güvende değilsiniz. Güvende değiliz. İşte, okulda, sokakta keyfiyet kol geziyor.
Hak talep ediyorsunuz. Biri parmağı ile işsizleri gösteriyor. Biraz kalabalıklaşırsanız polisi gösteriyor. Biraz daha kalabalıklaşırsanız plastik mermiler, gaz fişekleri. Sonra diğerlerine sizi gösteriyor. “Bunlar hain” diyor. “Terörist” diyor. Diğerleri ya korkuyor, ya inanıyor. Zaten siz de hep diğerlerini işaret parmağı ile hedef gösterenlerin arkasına dizilmediniz mi? Hem inanmak, korkmaktan daha iyi hissettirmez mi?

Nasılda yalancı bir güven verir arkasına dizilmek gücün. Gücün yanında durursanız tüm zavallılığınızı unutursunuz bir an. Ötekine karşı gücün safına girmişsinizdir. Hep kazanana oynamak varken ezilenin yanında olmayı kim ister? Halbuki o ezilenlerdensiniz, ne tuhaf.

Bu kötü zamanlarda iyi gelen bir şey var. Herkes için iyi bir ilaç. Dayanışma. “O da ne?” demeyin. Onurla sevdanın, inançla gerçeğin buluştuğu yerdir dayanışma.

Bizi gücün karanlık yanına dayanışma duygumuzu ezerek ikna ettiler. 12 Eylül askeri darbesi ile yaptılar bunu. Şimdi bu toplum bu karanlığın sürüklediği girdabın içinden çıkmaya çalışıyor.

Takip etmişsinizdir, Renault işçisi metal sektöründe Metal patronlarının gözü kara örgütü MESS’e, onun tetikçisi kontra sendika Türk Metal’e, patron dostu hükümete karşı mücadele ediyor. İşleri zor. Bu hafta içinde işten atılan 10 işçi için binlerce işçi direnişe geçti. İşçi biliyor sessiz kalırsa bunun devamı gelecek. Hedef onların direncini kırmak. Gözaltılar, tutuklama talebi, yeni işten çıkartmalar. Hukuksuzluk, keyfi uygulamalar.

Halbuki temsilcilerini seçiyorlardı demokratik olarak. Yaptırmadılar. Korktular. Dayanışmanın güçlenmesinden korktular. Ya önünü kesemezlerse işçinin. Ya işçi “Dur kardeşim! Emek gücümü satıyorum ama ben de insanım, benim de sözüm, eylemim, onurum var” derse her yerde.

Şimdi dayanışmanın gücü ülkenin dört bir yanında “Diren Reno İşçisi” dövizleriyle, yürüyüşler, eylemlerle kendini gösteriyor. 12 Eylül’ün yıkamadığı bir gelenek Birleşik Metal-İş sendikasının eyleminde dayanışma ile hayat buluyor.