Kadın dayanışması hikâyesini konu alan The Sacred Bonds (Lingui: Kutsal Bağlar) filminin yönetmeni Mahamat-Saleh Haroun, “Benim hayatta kalmamı sağlayan başka hayatlar” diyor.

Dayanışmaya tutunuyorum

Seray GENÇ

Çad sineması, yönetmen Mahamat-Saleh Haroun sinemasıdır dersek yanlış olmaz. Afrika’nın Sahra Çölü’nün güneyinde kalan, kuraklıkla ve yoksullukla karşı karşıya kalan ülkelerinden Çad’ın sinemadaki tek ve önemli temsilcisi Mahamat-SalehHaroun Güle Güle Afrika (1999), Abouna (2002), A Screaming Man (2010) filmlerinden sonra Lingui, TheSacredBonds (Lingui: Kutsal Bağlar, 2021) filmiyle bizi yeniden ülkesine götürüyor. Ülkemizde de gösterime girenHaroun’un son filmi pek çok yerde anılageldiği üzere dürüst, dokunaklı ve duru bir dille anlatılan bir kadın dayanışması hikâyesi.

Çad’ın başkentiN'djamena'nınçeperlerinde yaşayan bekâr anne Amina (AchouackhAbakarSouleymane) ve 15 yaşındaki kızı Maria'nın (RihaneKhalilAlio) hikâyesi. Amina hamile olduktan sonra ailesi tarafından reddedilmiştir. Bir başına araba lastiklerinden dönüştürdüğü tellerden yaptığı el işi sepetlerde evini geçindirmeye ve kızını okutmaya çalışır. Amina, kızı Maria'nın da hamile olduğunu öğrenince birlikte zorlu ve onurlu bir mücadeleye girişirler. Ülkede hukuken ve dinen yasaklı kürtaj hakkı ve kadınlara çizilen sınırları aşmak için verecekleri mücadele güçlenirken, çoğalır da… Mahamat-SalehHaroun ile Londra’da bir araya gelip filmine, kendisinin de ait olduğu aydın Afrikalı yönetmenler kuşağına ve Çad’a dair konuştuk.

Lingui: SacredBonds (Lingui: Kutsal Bağlar, filminiz bir kadın hikayesini anlatıyor. Filminiz Abouna’da (2002) da karısını ve çocuklarını terk eden bir baba vardı. Her iki film de gelenekleri eleştiren, ataerkil toplumu eleştiren bir film. Çad ve daha pek çok ülkede durum böyle olduğu gibi, dinin önemli bir payı oluyor bunda. Bütün filmlerinizde bir aydın olarak ülkenize bakıyor ve gerçekliği, bu gerçekliğin insanlar ve özellikle kadınlar üzerindeki etkisini arıyor, anlatıyorsunuz. Nasıl başladınız Lingui’ye, Çad’taki gerçekliğin size olan etkisi neydi?

Ben daha 6 yaşımdayken bizim mahallede yaşayan bir kadının hikâyesi beni çok etkilemişti, hatta bende travmaya neden olmuştu. Genç bir kadın yeni doğurduğu bebeğini tuvalete atmıştı. Etrafımdaki bütün kadınlar aralarında fısır fısır bunu konuşuyorlardı ama bebeğin tuvalete atıldığını duymuştum. Şimdi istenmeyen çocuklara ve annelerine sahip çıkılması konusunda çeşitli makaleler yayınlanıyor. Felaketi yaşadığımda 6 yaşındaydım ve bu bende yer etti. Filmde gördüğünüz oyuncularımdan birisinin de böyle bir geçmişi vardı. Annesi doğum yaptıktan sonra istemediği için bebeği evlat edinilmişti. Çad’ta ya da dünyanın pek çok yerinde de cinsel eğitim verilmiyor, sonuçlarından konuşulmuyor. Sonra istenmeden gebe kalındığında nasıl düşünüyorsunuz? Dışlanıyorsunuz. Hikâye buralardan ortaya çıktı.

Filminizin iki kadının, başta anne ve kızının ve sonra başka kadınların da katıldığı daha geniş bir kadın dayanışma hikâyesini anlatıyor. Filme seçtiğiniz ismin de bununla bir ilgisi olduğunu düşündük.

Evet, Lingui Çad dilinde de bağ, bağlanma anlamına gelen bir sözcük. En genel bir ifadeyle insanların bir arada yaşayabilmelerini, hayatta kalmalarını sağlayan bağlardan bahsediyorum. Yaşamsal olarak gerekli bir bağ. Benim hayatta kalmamı sağlayan başka hayatlar. Dayanışma, karşılıklı yardımlaşma ve birbirini ayakta tutmaya sağlayan toplumsal ortak bağlarımız Lingui, felsefik bir terim aynı zamanda. Toplumsal olarak karşılaşılan baskı ve ortak dertlere karşı gösterilen bir direnç bağı örneğin, yönetici sınıfların zayıflatmaya çalıştığı bağlar…

Filminizde farklı kuşaklardan kadınlar görüyoruz. Patriarkanın kadınlara uyguladığı baskı farklı yaşlardan tüm kadınların dayanışmasını sağlıyor, bahsettiğiniz lingui sadece anne-kızı değil tüm kadınları bağlıyor. Bir tarafta patriarka, din ve diğer tarafta kadınlar var ve iki taraf arasında büyük bir gerilimin ortasında kalıyoruz. Aminapatriyarka tarafından gelecek çözümün ne olduğunu gayet iyi biliyor. Bu yüzden yaşadığı sorunu imamla paylaşmıyor. Özelde Çad’ta ve genel olarak tüm üçüncü dünya ülkelerinde tarafların bu derece net ayrıldığını söyleyebilir miyiz? Filmin sonunda kadın dayanışmasının bu soruna tek çözüm olacağı fikrine ulaşıyoruz.

Bu doğru. Öncelikle dayanışma ortak deneyim ve ortak geçmiş üzerine kuruludur. Dolayısıyla etrafta bu deneyime sahip kadınlar yardım etmek üzere toplanıyorlar. Bununla sınırlı kalmıyor doktor da kendini bu işin içinde buluyor. Ama kadınların anlayabildiği bu sorunun çözümünde bir erkek olarak onun da yeri yok. Lingui, hem dayanışma hem de topluluk arasındaki sırrı anlatır. Patriarka tarafından domine edilen bu toplumda diğer taraftaki insanlarla bilgi paylaşılmaması gerektiğini bilirsin. Mücadelenin parçasıdır bu. Onlar güce sahipler ve nasıl hayatta kalacağın bu bilgiyi taşımanla yakından ilgilidir.

Benim düşünceme göre gelecekte bu marjinallerin (çevrenin, çevrede yer alanların) mücadelesi merkezi belirler. Canlı olan her şey çevreden gelir. Batıda da böyledir bu. Merkezde güç vardır ama güç tek başına bir şey ifade etmez, geçicidir. Çevre ise ölümsüzdür ve canlıdır. Çevre, merkeze dönüşüp gücü ele geçirdiğinden, çoktan yeni bir çevre oluşmuştur. Bu yüzden umutlu olmamız gerektiğini düşünüyorum. Her zaman yeni bir şeyler gelmektedir. En karanlık zamanlarda bile.

dayanismaya-tutunuyorum-990689-1.
Mahamat-Saleh Haroun

ANLAŞILMAK TEMEL MESELE

Filminizde kürtaj yasağı, istenmeyen hamilelik dışında kadın sünnetine de değiniyorsunuz. Amina’nınkızkardeşi Fatima kızının sünnet edilmesini istemiyor. Baba istediği için sünnet edilmek istenen küçük kızın hikâyesiAmina’nın kızı Maria’nın hikâyesi ile bağlantılı.

Bu kadınların birbiriyle nasıl bağ kurduğunu gösteriyor. Bir kadının bu konuyla ilgili erkeklerden destek alamayacağını da gösteriyor aynı zamanda. Bu kadın nasıl olur da gidip erkeklerden destek arayabilir, yardım edin beni sünnet etmek istiyorlar diye. Mücadele etmek için senin sorunlarını anlayan biriyle konuşmaya ihtiyaç duyarsın. Senin yanında duran, güven duyacağın insanlara ihtiyacın vardır. Bu kadınlar birbirini anladıkları için birbirlerine bağlanmışlardır.

Filminizdeki kadın oyuncularınız amatör ancak çok güçlü oyunculuklar sergiliyordu.

Amina’yı oynayan AchouackhAbakarSouleymane, daha önce Grigris (2013) filmimde yer almıştı. Filmde kostüm tasarımı yapmıştı ve çok küçük bir sahnede yer aldı. O günden sonra ben de oynamak istiyorum diye tutturdu. Senaryoyu verdim. Çok enerjik bir kadındır, güleçtir. Hiç üzgün görmedim onu. Bu rolü oynayabileceğine ihtimal vermiyordum. Senaryoyu okuduktan sonra bu rol beni anlatıyor dedi. İki çocuklu bekar bir anne olarak her günüm mücadeleyle geçiyor. Çekimlere üç yaşında kızı ve iki aylık bebeğiyle geldi sürekli. İş bitince de birlikte eve dönüyorlardı. Çok dokunaklıydı gerçekten. Sinema tutkuyla yakından ilgilidir. Bir şey başarabilmek için tutkunuzun olması gerekir. Onda da bu var, çok çalıştı. Filmdeki gerçeklik ona çok yakın geliyordu.

Amina’nın kızı Maria’yı oynayan RihaneKhalilAlio’nun oyunculuğu da çok başarılıydı. Bir sevgi sözcüğü olarak “Mamita” olarak çağrılmaktan rahatsızlık duyuyor, hamile kaldığı öğrenilince okuldan uzaklaştırılıyordu. Son derece dramatik bir olayı drama kaçmadan anlatmayı başarıyorsunuz.

RihaneKhalilAlio’nun (Maria) ilk oyunculuğuydu. Evet, kendisine öyle seslenilmesini istemiyor çünkü büyüdüğünü düşünüyor ve annesinin ona bir kadın olarak davranmasını istiyor. Oysa annesi için o çocuğu. Onun başına böyle bir şey geleceğini hiç tahmin etmiyor.

Anne-kız birlikte, geleneksel aileden ayrı yaşıyorlar. Başlangıçta Amina kızına karşı kötü tepkisel. Toplumsal bağları ve baskıyı üstünde hissediyor. Aminaiçn kızını desteklediği an, dönüm noktası ne oluyor?

Bu sadece bir sahne, bir an. Kızını odada yatarken görüyor ve ona bakıyor. Hollywood tarzında yapmak istemedim bunu. Gel birlikte bir kahve içip konuşalım falan… Klasik Hollywood tarzı bu şekilde, bunu yapmak istemedim. Kızını uyurken görüyor ve onu sevdiğini düşünüyor, onu kurtaracağım diyor. Hepsi bu. Psikolojik olarak insanları bir şeyler yapmaya yönlendiren sahnelerden hoşlanmıyorum. Yapıyorsun, çünkü öyle hissediyorsun. Filmin felsefesi, bütün ideolojisi Hollywood tarzı anlatıya karşı duruştur. Çünkü insanlar bu filmde yapmak zorunda oldukları şeyleri yapıyorlar. Yoksa bana yardım et; hayır edemem; karakter kendini öldürmeye kalkar; diğeri geri döner; üzgünüm. Bu cümleye bütün Amerikan filmlerinde rastlarsınız. “Oh, I’m sorry! Oh, I’m sorry!”. Sonra geri döner bir dönüşüm yaşar karakter. Oysa hayat başka, çok başka türlü akar. Şu anda biri gelip bana açım, para ver dese iki saat ortalıklarda dolanıp sonra da geri gelip “oh, I’m sorry!” diyerek ona para uzatmam. Bana doğru söylediğini hissedersem parayı veririm ya da vermem. Hollywood tarzı hikaye anlatıcılığı aynı zamanda aramızda yeni bir ilişki yaratıyor. Çünkü günlük hayatta bir mesafede durmamızı gerektiğini bize dikte ediyor. Çözmemiz gereken bir sorun var diye bir araya gelen kadınları gördünüz filmde.

Bu söylediklerinizi sizin hayata, sinemaya dair ve film yönetiminizin bir parçası olarak da ele alabiliriz.

Bazen benim filmlerinde bir sahneyi kaçırırsanız tüm hikâye elinizden uçar. Bana göre bir sahne bir fikirdir ve onu kaybedersen ipin ucu kaçar. Filmi sadece bir eğlence biçimi olarak görmüyorum.

Filminizi Çad’ta gösterme şansınız oldu mu? Bu film sadece batı izleyicisi ile sınırlı kalmamalı, kaynağına da ulaşmalı diye düşünüyorum. Diğer filmlerinizde gördüğümüz sinemaların, Çad’ın sinemalarının Le Normandie, Rio, Şehrazat sinemalarının yıkıldığını duyuyoruz. Şimdilerde durum nasıl Çad’ta?

Normandie’yi 2011’de Kanada’dan aldığım ödülle restore ettik. Geçen yıl sinema, seçimlerde ofis olarak kullanıldı. Böyle olmasını istemezdim. Üç hafta önce Çad’taydım. İki özel gösterim yaptım, 500 kişi geldi ve çok memnun kaldılar. 2021 sonunda film gösterime girmeye başladı. Pek çok kadın gelip bizim hikayemiz bu dediler. Buradaki biziz. Bizim durumumuz böyle. Insanlar filmi gerçekten bekliyorlarmış, ilk kez böyle bir şeye şahit oluyorum.

Daha başka planlarınız var mı sinemalarla ilgili?

Çad’ta bir sinema okulu açmayı istiyorum. Bunun için gerekli teknik imkanları yaratamasam bile en azından günde 4-5 film gösteren bir sinema kulübü kurmak istiyorum. Sinemacıları çağırıp filmleri üzerine sohbet etmek, filmin yapımı ile ilgili söyleşiler düzenlemek istiyorum. Bana göre sinefil olarak film yapmaya adım atmak okul üzerinden adım atmakla aynı.

ShouaibGasmelbari’nin Ağaçlardan Bahsetmek filmi de benzer bir hikayeyi anlatıyor. Gasmelbari’nin filminde anlatılan kuşak, Heremakono, Bamako, Timbuktu filmlerinin yönetmeni AbderrahmaneSissako ve yakın zamanda kaybettiğimiz IdrissaOuédraogo- bir filminizde sinemada Ouédraogo’nun filmi Yaaba’nın oynadığını görüyoruz- sizin gibi yönetmenlerin de içinde bulunduğu Afrika kökenli yönetmenler kuşağı gerçekten sinema konusunda çok emek verdi ve vermekte. Genel olarak yurtdışında, Avrupa’da ya da Sovyetler’de sinema eğitimi alan bu yönetmenler ülkelerinde film yapmayı sürdürüyor.

Ağaçlardan Bahsetmek’in yapımcılarından biri de benim. Çad’taki sinema okulunda sadece yönetmen değil, kurgu, sanat yönetimi, görüntü yönetimi… Sinemanın her alanında insanlar yetiştirmek için istiyorum. Paramız vardı ama yetmedi. Şimdi yeni kültür bakanı projeyi hayata geçirmek istiyor.

Sinemalar kapanırken sinema kültürü Çad’ta nasıl yayılıyor?

Video kulüpler var. Filmler gösteriliyor. Bazen TV ekranlarından. DVD kullanıyor, çok yaygın ve çok popüler.

Yeni teknolojiler genç kuşaklara yardımcı olur mu?

Aslında çok da önemli değil. Yetenek formata bağlı oluşmaz. Söyleyecek bir şeyin yoksa en son teknolojin olsa bile ne fayda. Genç kuşaklar yeterli eğitim alamıyor, en büyük sorunumuz bu Çad’ta.

Son olarak politik durum nasıl şu anda Çad’ta?

Önceki başkan isyancılar tarafından cephede öldürüldü. İnsanların karşı çıkmasına rağmen oğlu başkan oldu. Bunun yarattığı halk ve ordu güçleri arasında bir gerilim var.