Evde kalmaya biraz erken başlamış olabilirim. Sekiz gündür yalnızca sabahın erken saatlerinde bir saat civarı yürüyüş yapıp günün kalanını evde geçiriyorum. Mesafelenme sekiz günde bile oldukça sıkıcı olmaya başladı. Rahatça dışarı çıkamamak, yürüyüp temiz hava alamamak oldukça tuhaf. Tekinsiz bir hâl. Diğer yandan araba motoru vs. değil de, kuş sesi duymak da güzel. Bazen gerçek gibi de değil. Neyse, en azından sağlıklıyız… diyelim şimdilik.

Pandemik kriz tüm nüfus için bir tehdit oluşturuyor. Zaten bu yüzden evlerde kalarak birbirimizi de koruyoruz. Bu tehdit karşısında hükümetlerden gelen yetersiz tepkilere gözlerimizi kapatamayız, çünkü salgın güvencesizliği ve eşitsizliği hepimiz için artıracak görünüyor. Ancak ben bu yazıda özellikle gıda konusundaki güvencesizlik ve eşitsizliklere değineceğim.

Tehdit dünyanın her yerinde aynı. Endonezya’da, İtalya’da, Fransa’da, Güney Amerika’da, Hindistan’da, Kanada’da, İngiltere’de… Tüm dünyada çiftçi örgütleri harekete geçerek hükümetleri, virüsün gıda sektörü üzerindeki etkisinin yaratacağı krizlere yönelik acil önlemleri almaya çağırıyor. Gıda sisteminin, piyasa çıkarlarına yönelik ve spekülasyona açık küresel dağıtım veya tedarik zincirlerine dayanmasının üreticiyi ve tabi tüketiciyi de daha kırılgan hâle getireceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Virüsün yayılmasını azaltmak için alınan önlemler nedeniyle birçok çiftçi pazarı kapanmaya zorlanıyor. Bunun hem çiftçilere ekonomik zarar vereceği hem de halkın nitelikli ve sağlıklı gıdaya erişimini azaltacağı vurgulanıyor.

Bu nedenle de mikro ve makro ölçeklerde farklı talep ve öneriler tartışılıyor. Geçtiğimiz senelerde katıldığım bir La Via Campesina toplantısında tanıştığım İtalya’daki arkadaşıma şu günlerde neler tartıştıklarını sordum. Kendisi ARI, Associazione Rurale Italiana gönüllüsü. Salgını belki de en feci şekilde deneyimleyen ülkelerden biri İtalya. Haftalardır evden çıkmayanlar var. Arkadaşım karantina bölgesinde değil, ama evden çıkışlar her yerde sınırlı.

Anlattıklarına bakılırsa tartışılanlar her yerde benzer. Buraya göre İtalya’da farklı olan yalnızca gıda dükkânlarının açık olması ve belediye pazarların kapatılması. Bu durum da özellikle yaşlı nüfusun gıdaya erişimini güçleştiriyor. Küçük üreticinin de pazar erişimi tamamen durmuş durumda. Çeşitli gruplar üreticilerle tüketicileri nasıl buluşturabileceklerini tartışıyorlar. Neticede büyük marketlerin açık tutulup pazarların kapatılması politik bir sorun olarak değerlendiriliyor. Taban hareketleri, kontrollü giriş sağlanabileceği halde pazarların kapatılmasına tepki gösteriyorlar.

Tüketiciler de kendi inisiyatifleriyle pazarlardan tanıdıkları çiftçilerden direkt ürün sipariş etmeye başlamışlar. Hatta gruplar halinde ortak alımlar yapmaya ve bunların dağıtımı için gönüllüler ağı oluşturmaya başlamışlar. Sanıyorum bunun bizdeki karşılığını tüketim kooperatifleri oluşturuyor diyebiliriz. Yalnız İtalya’da bu organizasyon büyük oranda mail grupları üzerinden yürütülüyor. Bazı gruplar çevrimiçi buluşmayı yaygınlaştırmak amacıyla bunun nasıl yapılabileceği konusunda öğretici bilgiler de paylaşıyorlarmış.

Bununla birlikte yerel ağların bu sorunları makro ekonomik seviyede tartışmakta yetersiz kaldıklarını söylüyor. Tarım mevsimi yakında başlıyor ve üretim ne olacak buna dair herhangi bir planlama ve düzenleyici bir yaptırım planlanmamış durumda. Önerileri devletin bu ürünleri satın alması veya fiyat düzenlemesine gidilmesi; borç ve vergi yükümlülüklerinin silinmesi, yeni tarım sezonunda ortaya çıkacak işgücü yetersizliğinin planlanması.

Kısacası İtalya’da veya başka yerde… sorunlarımız ortak. Salgın çerçevesinde sağlık sistemi ardından gelen öncelikli sorunumuz gıda sistemi. Salgının, gıda sistemi ve buna bağlı ekolojik, iklimsel vb. sorunlarını görünür kıldığına dair tespitler oldukça yaygın. Bu krizin suç ortağı olan piyasaları değil dayanışmayı güçlendirmenin önemi bir kez daha kendini gösterdi.