Biraz, iki gün önce kutlanan 1 Mayıs’ı konuşalım diyorum. Konuyu enine boyuna tartışmak için burası elverişli değil ama bazı noktalara değinmek mümkün. Öncelikle, 1 Mayıs’taki coşkulu kutlamaları küçümsemeyi düşünmesem de, küçümseyemeyeceğim bazı acı gerçekleri de unutamam. Bunların  başında da emeğin siyasal ve toplumsal güçsüzlüğü gelmekte… Bu güçsüzlüğün, emeğin, yalnız meydanları değil siyaset sahnesini doldurmasıyla aşılacağına […]

Biraz, iki gün önce kutlanan 1 Mayıs’ı konuşalım diyorum. Konuyu enine boyuna tartışmak için burası elverişli değil ama bazı noktalara değinmek mümkün.

Öncelikle, 1 Mayıs’taki coşkulu kutlamaları küçümsemeyi düşünmesem de, küçümseyemeyeceğim bazı acı gerçekleri de unutamam. Bunların  başında da emeğin siyasal ve toplumsal güçsüzlüğü gelmekte… Bu güçsüzlüğün, emeğin, yalnız meydanları değil siyaset sahnesini doldurmasıyla aşılacağına kuşku yok ama ortada buna aldıran kalmamış gibi…

Bu yapılamayınca, yapılması da istenilmeyince herkes görünüşü ve söylemi kurtarma peşinde!… Yani emeğin barıştan özgürlüğe, haktan adalete, insana yaraşır çalışma koşullarından sosyal güvenliğe uzanan isteklerine kimse karşı çıkmıyor ama durum ortada.

Örneğin Cumhurbaşkanı’nın, “Şayet ülkede bir kesim çok zenginleşirken diğer kesimler yerinde sayıyor veya fakirleşiyorsa orada adalet yok demektir. Adaletin olmadığı bir yerde zulüm vardır. Zulüm ise bizim inancımızda küfre eşdeğerdir” diyen 1 Mayıs açıklaması var.

Şimdi, bu ülkenin gücünden sual olmaz Başkanı “sosyal adaleti” bir güzel tanımlıyor ve bu adaletin gerçekleşmemesini inancı açısından “küfre” bağlıyorsa artık korkacak bir şey yok demektir!

Bundan iyi teminat mı olur!…

Buna karşın, artan işsizlik, açlık sınırına eş değer asgari ücret, taşeronlaşma, gelir adaletsizliği ortada… Şimdi kıdem tazminatları üzerinde dolaşan tehlikeler var ki, “kırk katır mı kırk satır mı” misali nereye konduracağımızı bilemiyoruz.
Kısacası, yukarıdaki ifadeyi esas alırsak, bu ülkede çeşit çeşit zulüm var demekten başka bir şey denilemez!

Zulmü durduracak güç ise ortada olmadığı gibi, emeğin “toplumsal güç” olduğunun unutturulması için her şey yapılmakta.

Örneğin emeğin toplumsal ve siyasal dağınıklığı yadsınacak gibi değil; çoğu sendika “sınıf” bilincinden kaçmayı marifet sanmakta; bunun emeğin güçlenmesini önlediğinin farkında olsa da aldırmıyor; emeğin siyaseti dendiğinde de, birkaç başkanın Meclis’e gitmesinden ötesini anlamıyorlar!.. İyi mi!…

GÜÇ, birleşmiş bir örgütlenme ile mümkünken burada bölünme üstüne bölünme yaşanmakta; öyle ki, 1 Mayıs bile onları birleştiremiyor.  DİSK ve KESK İstanbul’da, Türk-İş Kocaeli’nde, Hak-İş ve Memur Sen Şanlıurfa’da, Kamu Sen  Samsun’da kutluyor bu günü… 

Kısacası, sanki bir ortak paydaları varmış gibi “emek” diye meydanlara toplanıyorlar!…

Ortaya çıkana Türkiye’deki bölünmüşlüğünün aynası diyebilirsiniz ama bu bölünmüşlüğün emeğe maliyeti büyük! Emek için zaten zorlu koşullar söz konusu… Bir yanda kapitalizmden küreselleşmesinden neo-liberal politikalara uzanan ekonomik dayatmalar var; öte yanda kimlik politikalarının kışkırtılmasından farklılıkların kaşınmasına, savaşların kullanılmasından ulus devletlerin piyonlaştırılmasına uzanan siyasal dayatmalar söz konusu. Bu dayatmalar sermayenin gücünü arttırırken, emek, milletti, dindi, göçmendi, mülteciydi diye ayrışmalarla paralize olmakta…. Birlikti, güçtü; hak getire!…

Oysa emeğin gücü sayılarda…

Örneğin küresel düzeyde çalışan sayısı 3,5 milyarı bulurken, bunların yarısından fazlası ücret karşılığı çalışanlardan oluşuyor. “Emek” diye bir paydada buluşuluyor olsa dünyadaki emekçi sınıf, 2,3 milyarlık Hıristiyan nüfustan az eksik, 1, 8 milyarlık Müslüman, 1 milyarlık Hindu nüfustan fazla.

Türkiye’ye gelirsek, kabaca 27 milyonu biraz geçen istihdam içinde 19 milyona yakın ( % 69) ücret karşılığı çalışan var.  Küçük işyerleri, ücretsiz aile işçileri ve de işsizleri kapsama aldığımızda Türkiye’de de aktif nüfusun büyük bölümünün emeğiyle “geçinen” veya “geçinemeyen” insanlar oluştuğuna kuşku yok.

Özetle, Emek, dünyayı da, ülkeyi de kendisinden yana dönüştürebilecek bir “ÇOKLUĞA” sahip.

Ne yazık ki, emeğin kendisi ve sendikalar gibi, sol da bu sayıyı güce dönüştürmeyi unutmuş görünmekte!…