Yüzlerce kişinin çalıştığı bir işyerinde toplumun onaylamadığı, yasaların suç saydığı eylemlerin genel nüfusa eşit oranda görülmesi olağan sayılabilir. Fakat aynı şey, bir işyerinde değil de “değer”, “ahlak”, “dava”, “din” gibi topluluk kültürünün biraraya getirdiği ve ülkeyi yöneten bir partinin yönetiminde görülürse olağan karşılanmaz. Fakat bu normal topluluk yargısı, ahlaka aykırı eylemlere “Sıfır tolerans” iddiasındaki islamcı topluluklarda (parti, dernek, vakıf, tarikat, cemaat vb.) pek işlemez. Daha da beteri teşvik edici bir olağanlıkla karşılanır.

Bunun kaçınılması gereken bir genelleme olduğunu bilmekle birlikte, toplumsal yapıyı bozacak ölçüde değer kaybının İslamcılarla başladığına kanıt oluşturacak çok güçlü veriler var elimizde: Rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık suçlusu dört bakan ile üç bakan çocuğunun, bürokrat ve kamu bankası müdürlerinin kanunen ve siyaseten aklanması; çocuklara tecavüz edilen eğitim kurumlarının sahibi Ensar Vakfının “Bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle öne plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz!” diyerek bir bakan tarafından savunulması; İslamcı devlet memurlarının aynı anda birçok kamu kurumu yönetiminde görevli gösterilip her birinden ayrı ayrı maaş alması; bir müteahhitin “Bu milletin” anasına küfür ettikten sonra dünyanın en yüksek tutarlı kamu ihalesini alan kişi olması İslamcıların ahlak anlayışları hakkında rahatlıkla bir genelleme yapabileceğimizi gösteriyor.

Bunlar yeterli değilse Numan Kurtulmuş’un “Başbakanın (Erdoğan) dili Ali diyo, kalbi Muaviye söylüyo!”, Süleyman Soylu’nun “Paçalarından yolsuzluk akıyor!”, Tuğrul Türkeş’in “Devletin sana güvenlik işleri için verdiği telefonu oğlunla para transferi için kullanma!”, Devlet Bahçeli’nin “Sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış!” dedikten birkaç ay sonra Erdoğan’ın hükümet ortağı, bakanı, başbakan yardımcısı, partisinin genel başkan vekili olduklarını ekleyebiliriz.

Hepsi bundan ibaret olmayan son birkaç yılda tanık olduğumuz bu ve benzeri normal bir insanın ahlak algısını tersyüz eden olaylar ve olay kahramanları anlaşılabilir açıklıkla toplumun bilgisine sunuldu. Birkaç mırıldanma dışında toplumun yarısından bir ses çıkmadı, çıkamadı. Şimdi AKP genel merkez çalışanı ve aynı zamanda bu partinin Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın danışmanı Kürşat Ayvatoğlu’nun uyuşturucu kullanırken çekilmiş görüntülerinin İslamcılarda yankı bulmasını bekliyoruz. Bu beyhude bir bekleyiş. Çünkü İslamcılar, rüşvet alıp vermek, görevi kötüye kullanmak, dolandırıcılık, sahtecilik, ayrımcılık, savurganlık; küfür, iftira, yalan; uyuşturucu ticareti, cinsel istismar, cinayet gib topluma karşı işlenen suçları yargılayacak değerleri çoktan öldürdü. Öldürmek zorundaydı çünkü ahlak, yasalardan daha etkili ve affı olmayan yargılama yapar. Kürşat Ayvatoğlu da hizmetinde olduğu partinin, ait olduğu topluluğun kendisini denetleyecek değerler sisteminden yoksun olduğunun, parti ve yönetiminin ahlaki körlük yaşadığının farkında olmalı ki sağını solunu kollamadan hem de aynı gruptan birçok kişinin önünde rahat bir şekilde kokainini çekebiliyor.

Bir kişi veya topluluk “sol” değerlere ne denli sahipse, ahlaki bulmadığımız eylemlerin görülme oranı o derecede düşük oluyor. “Sol”dan uzaklaşıldıkça deri kalınlaşıyor. Nedeni gayet basit; “sol” cemaat, cemiyet, din, mezhep, etnik köken, kültürel farklılık, cinsiyet, sınıf farkı gözetmeden tüm toplum adına konuşur ve öyle davranır. Bu da onları, ötekinin alanını daraltan zümre değerlerinden uzak durmalarını sağlar. O nedenle sol, benzer olaylar karşısında sarsılır. Sağcıların kullanacağı bir araca dönüşebileceğini, kaçınılmaz olarak siyasi bir bedel ödeyeceğini hesaba katmadan hemen kendi mekanizmalarını devreye sokar ve etik bulmadığı davranışları yargılar. İzmir Belediyesinin Enver Aysever’le yaptığı etkinlik sözleşmesindeki telif ücretini en çok tartışanların solcular olması buna güncel bir örnektir. Tunç Soyer sözleşmeyi feshetti, Cumhuriyet Aysever’in yazılarına son verdi. Az çok sol ile anılan kişi ve kurum oldukları için bu iç denetim kamuoyunu rahatlatacak biçimde sonuçlandı. Tarihten bir örnek; İSKİ Skandalı olarak bilinen olayı soruşturma konusu yapan SHP’li belediye başkanı Nurettin Sözen’di. İlgili bürokrat hapse girdi. SHP’nin ardından CHP, 1989’dan beri bu olayın bedelini öder. Peki, Bülent Arınç’ın Melih Gökçek hakkındaki iddiaları, adli makamlar bir yana neden İslamcıların vicdanını harekete geçirmedi? Neden AKP ve MHP’li meclis üyeleri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın yolsuzluk dosyalarını soruşturma konusu yapmasını hâlâ engelliyor? Çünkü kendilerini toplumun değil, ait oldukları türün, cinsin, cemaatin (zümrenin) korumacı değerleriyle sınırlıyorlar.