Google Play Store
App Store

Salgın riski yok diyen Sağlık Bakanı en temel sorunun liyakat olduğunu anlatıyor. Biz sağlıkçılar, pandemide çaresizliğe yetişmeye çalışıyorduk. Bu kez yapabileceklerimiz, sel basan değirmene yeniden su taşımak.

Değirmeni su bastı
Fotoğraflar: Barış Gürsoy

Prof. Dr. Esin Şenol Davutoğlu - @esenol

6 Şubat gecesindeki o korkunç depremin hemen ertesi günü tüm zorluklara karşın bölgeye gönüllü çalışmak üzere giden hekim arkadaşlarımdan biri, bir ay ara ile iki fotoğraf ve birlikte şu notu paylaştı. Birinci fotoğrafta deprem enkazından kurtulmuş ama çok üşüyen küçük bir kız çocuğu, kendisi için bulunan bir battaniyeye sarılmış gülerek poz vermişti. Hekim (Genel Cerrah Barış Gürsoy) fotoğrafa “onun da bir battaniyesi var artık “ notunu eklemişti. İkinci fotoğrafta ise aynı kız çocuğu iki gün önceki sel nedeniyle çadırın önündeki bir yükseltiye çıkmış, battaniyesi ve sırılsıklam olmuş birkaç parça eşyasının ardından çaresizce bakıyordu. O fotoğrafın notu da şöyleydi: “Taşıma suyla değirmen döndürdük lakin değirmeni su bastı.”

Gerekli koşullar

Depremden hemen sonraki haftayaptığımız incelemeler sırasında, yaşamın, temel fonksiyonlarıyla sürdürülebilmesi için not düştüğümüz barınma, ısınma, tuvalet, temizlenme için gerekli koşullar hâlâ sağlanmamış üstüne bir de sel eklenmişti. Türk Tabipler Birliği (TTB) temsilcileri sürekli bölgedeler, tespitlerine ve uluslararası yönergelere de atıfta bulunan raporlar yayınlıyor, kendi imkânlarıyla çadırlar, konteynerler kuruyorlar.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) 6 Şubat Depremleri Hatay İli Saha Raporu ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği ( KLİMİK ) Afet Koordinasyon Kurulu raporları, plansızlık ve koordinasyon eksikliği nedeniyle fazlasıyla insan ölümüne yola açan bu felaketin gerekçelerini, bölgede yaşamın sürdürülebilmesi için gereksinimleri ve yapılacakların çerçevesini çiziyor. Yalnızca bu dokümanların kılavuzluğu ve yardım koridorunun açılarak, uluslararası aşı, ilaç, tanı kiti, temiz su kiti desteği sağlanması bile ara geçiş döneminin daha işlevsel, en önemlisi insani olmasına yeterdi.

Bölgede bulunduğum sürede, tıpkı pandemide olduğu gibi, üstelik bu kez gizlenmesi çok kolay olmayan, yıkımın ancak yüzde birini görebildiğimizi, gerçeğin yalnızca bir bölümünün paylaşıldığını anlamıştım. Bir mahşer yerini çağrıştıran o görüntüler hafızamı zonklatarak kendilerine yer açmaya çalışırken, milyona varmış olduğunu düşündüğüm ölüm sayısı, hijyen, atık ve çevre temizliği sorununun veba dahil pek çok ortaçağ hastalığına davetiye çıkardığına dair iç sesimin sesini kısmaya çabalıyordum.

İşbirliği sağlanmıyor

Aklımın kötümserliğine yenilmemem gereken çok iş çok çaba gerektiren günler. Geçici olması gereken çadırlar yerine depreme, sele dayanıklı konteynerler kurulamadı. Sağlık hizmetlerinin sürdürülebilmesi için gerekli koordinasyon, meslek odası ve derneklerle işbirliği de inatla sağlanmıyor.
Acının en acısını, yaşamlarını sürdürebilmek için karşılaştıkları sorunların katmanlısı aklıma “Elysium “ (Yönetmen: Neill Blomkamp) adlı distopik filmi getiriyor. Uzayda yaratılmış bir cennette yaşayan azınlık ve cehenneme dönüşmüş dünyada yaşayan çoğunluk ve aralarındaki çatışmayı anlatan film. Belki de, savaş, yokluk, kıtlık ve salgınların eksik olmadığı yüzyıllık ülke tarihimizde, ilk kez bu denli çürümüşlük yaşanılıyor. Aynı ülkede aynı yüzyılın farklı yıllarını değil, bambaşka yüzyılları yaşıyoruz. Bunun için geçerli nedenleri ise şöyle sıralıyoruz; liyakatsizlik, despotluk, yardımı kutuplaştırma ve sorun ile sorun yokmuş gibi yaparak baş etmeye çalışmak.

Bulaşıcı hastalık riski

“Şebeke suyu kullanmayın” çağrılarının ardı arkası kesilmediğinden anlaşılacağı üzere, insanların temizlenebileceği miktarda su, tuvalet ihtiyacını karşılayacak donanım da yok. Şimdi sel de eklenince zaten zorlu yaşam koşulları, yaşadıkları trajedi ile kırılganlaşmış insanların şimdiden başlamış olduğu anlaşılan ishal, uyuz, bit salgınlarına, yağmurların devamının olacağı bahar ve peşinden yazın sıcak günlerinde, eklenecek diğer bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmeleri zor.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) raporu, 15 milyon kişinin yaşadığı afet bölgesinde 25 bini Mart ayında doğum yapacak olan 226 bin gebenin anne sağlık merkezlerine ulaşım gereksinimi olduğunu bildiriyordu. Aynı kuruluşun son raporunda, çalışabilen doktor ve hemşirelerin oranının %30’a düşmüş olduğu ve kadın doğum hizmetlerinin yaklaşık %60’ının sağlanamaz durumda olduğu yer alıyor. Sağlık hizmetlerinin sürdürülebilmesini, nerede, nasıl kalacağıyla hiç ilgilenmedikleri depremzede hekimler ile bölgedeki çok sayıda gönüllü hekim sürdürüyor.

Temel sorun liyakat

Yeni uzmanların zorunlu hizmet atamalarının büyük çoğunluğu deprem bölgesine. Ancak planlama ve konumlandırma olmadan gidecek kişilerin mağduriyeti dışında pek işe yarayacak gibi görünmüyor. Salgın riski yok diyen bir Sağlık Bakanı en temel sorunumuzun, sorunu tespit edemeyen liyakat meselesi olduğunu anlatıyor. Biz sağlıkçılar, pandemideki çaresizliğe çare olabilmek için çok çalışarak yetişmeye, açığı kapatmaya çalışıyorduk. Bu kez bizim yapabileceklerimiz, sel basan değirmene yeniden su taşımaktan öteye geçemeyecek gibi duruyor.

Albert Camus’nün Veba romanında, vebadan kurtulduklarına inanan halkın sevincini izleyen Dr. Rieux “Veba asla ölmeyecek, yatak odalarında, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde ve eski gazetelerde sabırlı bir şekilde bekleyerek, mutlu şehirlerdeki farelerini canlandırıp onları öldüreceği günü bekliyor” diyordu. Ölülerin gökyüzüne gömüldüğü, asbestli molozların bereketli ovalara, kuş cennetine boca edildiği bu felaketli zamanları iyileştirebilmemiz zaman alacak. Ama tüm pandemi boyunca söylediğim gibi bir daha pek çoğumuz eskisi gibi olamayacağız. Bazılarımız bu yaşanılanları unutturmamak ve hafızanın hakikatine almak, bazılarımız ise adaletin gerçekleşmesi için nöbete duracak.