AKP sözcüleri ve Bahçeli, kendilerini sürekli tek adam rejiminden dönüş yok demek mecburiyetinde hissediyor. Bahçeli 31 Mart öncesinde İstanbul, Ankara, İzmir kaybedilirse sistem tartışması başlar demişti; kaybettiler ve beklenen oldu. Siyasal ve ekonomik kriz derinleştikçe rejim tartışması devam edecek. Bakmayın siz Numan Kurtulmuş’un ‘90 yıllık yönetim sistemini güle oynaya değiştirdik’ demesine… O değişikliğin hiç de […]

AKP sözcüleri ve Bahçeli, kendilerini sürekli tek adam rejiminden dönüş yok demek mecburiyetinde hissediyor. Bahçeli 31 Mart öncesinde İstanbul, Ankara, İzmir kaybedilirse sistem tartışması başlar demişti; kaybettiler ve beklenen oldu. Siyasal ve ekonomik kriz derinleştikçe rejim tartışması devam edecek. Bakmayın siz Numan Kurtulmuş’un ‘90 yıllık yönetim sistemini güle oynaya değiştirdik’ demesine… O değişikliğin hiç de “güle oynaya” olmadığını bu ülkede yaşayan herkes biliyor; üstelik kamuoyu araştırmaları 16 Nisan’da ‘evet’ oyu verenlerin dahi pişman olduğunu gözler önüne seriyor.

Muhalefet hem 31 Mart’ta hem de 23 Haziran’da kazandığı başarıyı henüz köklü değişim yönünde somut bir iradeye dönüştüremedi. Halbuki seçimle birlikte güçlü bir potansiyel açığa çıkmıştı. CHP başta olmak üzere muhalefet blokunun anlaması gereken konu, gasp edilen İstanbul seçimleri sonrasında iktidarın ürettiği haksızlığa karşı sokak sokak çalışan yurttaşların özlem ve beklentilerinin İBB ile sınırlı olmadığı. Sergilenen mücadele yalnızca İBB başkanlık koltuğu değişsin diye verilmedi, ülkenin dört bir köşesini saracak hakiki bir değişim için çaba sarf edildi. Bu insanlara “sandık bir daha kurulana kadar bekleyin” demek yapılabilecek en büyük haksızlık. Siyaset, biriken toplumsal enerjiyi dönüştürücü bir mecraya kanalize edecek yöntemleri bulma işi, o enerjiyi heba etmenin değil.

Şunu diyenler olabilir, Ankara ve İstanbul Büyükşehir’de yapılacak olumlu icraatlar sayesinde değişim “zamanla” gerçekleşecek. Gündelik yaşamın yerel hizmetlerin eşliğinde daha özgür, daha eşitlikçi bir biçimde örgütlenmesi şüphesiz memleketin geri kalanı için bir model oluşturur. Ancak karşımızda “normal” bir iktidar olmadığını hesaba katmak zorundayız. Ankara ve İstanbul Büyükşehir’de iktidarın yıllardır çeteleşen odaklarını dağıtmak için toplumsal muhalefetin sürece katılmasına, kamuoyu oluşturmasına ihtiyaç var.

İBB’de İmamoğlu göreve gelince istifa edenler belediye şirketlerinde işgal ettikleri koltuklarda 60 milyarlık bütçenin üçte ikisini idare ediyorlar. Yerlerinden oynamaya da hiç niyetleri yok. O şirketlerde kamu kaynaklarını daha önce nasıl kullandılarsa şimdi de aynı biçimde kullanmak istiyorlar. Talan, israf, şaibe iktidara seçim kaybettirmiş umurlarında değil. Hal böyleyken İBB’ye bağlı 30 şirket kamucu bir anlayışla yeniden yapılandırılmadıkça hiç bir şey güzel olmaz. Üstelik İBB’deki çeteleşmenin ülkenin fotoğrafından yalnızca bir kare olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. TMSF tarafından el konulan şirketler ve varlıklarının yandaşlara peşkeş çekilmesi, şehir hastanelerine dövizle kira verilmesi vb hepsi aynı düzenin birer dışavurumu. Ezcümle tek adam rejimi sona ermeden rant düzeni tamamıyla bitmeyecek.

Muhalefetin 23 Haziran sonrasında iyiden yiye netleşen AKP’deki yarılmayı ya da AKP-MHP arasındaki gerilimi stratejik açıdan değerlendirmesi elbette siyasetin kuralları dahilinde. Ancak Babacan-Gül girişimi gibi yeni bir hegemonya projesine yeşil ışık yakan her türlü tutum ve davranıştan uzak durmak, 17 yıldır İslamcılığın gölgesinde yaşamak zorunda bırakılan halka karşı muhalefetin sorumluluğu. O nedenle şu uzun AKP dönemi hiç yaşanmamış gibi 2002’deki tezleri yeniden dolaşıma sokan kimi akıl hocalarına prim verilmemeli. Başarısızlıkla malul siyaset mühendisliklerinden uzak durulmalı.

Uzak durulması gereken bir başka husus da S-400 ve Doğu Akdeniz gerilimi üzerinden iktidar blokunun kendi ömrünü uzatmak adına girişeceği yeni hamleler… İktidar, kendisine karşı biriken hoşnutsuzluğu 15 Temmuz akabinde planladığı “Yenikapı ruhuna” benzer bir “mutabakat” havasıyla aşmak için dış politikada yarattığı krizi kullanma arayışında. Tansiyonu bilerek ve isteyerek yükseltiyorlar. Muhalefetin ülkeyi emperyalistler arasında nüfuz mücadelesi alanına çeviren iktidar taktiklerini deşifre etmesi ve ne ABD ne Rusya demesi şart.

Kimse değişim bekleyenlere Ankara koridorlarını işaret etme naifliğini göstermesin. Batı finans çevrelerinden icazetli siyasi mühendisliklere ya da kendi çıkarını “ulusal çıkar”mış gibi göstermek isteyen iktidar çevrelerinin oyunlarına karnımız tok.