Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın 21 Temmuz’da yaptığı iktidarının son iki yılını değerlendirme konuşması, aslında bir dönemin tümüyle kapandığını kanıtlıyor.

Konuşmada ve izleyen günlerde görülen, ülkenin, AKP-MHP çizgisindeki sağcı siyasetinde, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi bir anlayışa yer olmadığıdır.

ESKİDE KALDI

AKP iktidara gelmeden önce işbaşına gelen sağcı yönetimler, geleneksel olarak önlerinde yalnızca iki seçenek varmışçasına davranır; demokrasi mi-ekonomik kalkınma mı ikilemiyle karşılaştıklarını öne sürer ve ikinciyi seçerdi.

Özellikle de ekonomiyi başarılı yönetemeyen iktidarlar için demokrasiden kaçış tek çıkar yoldu. Başta sendikal hak ve özgürlükler olmak üzere, her türlü özgürlük alanı daraltılır; giderek bir baskı rejimi oluşturulur ve bu yapılırken, özenle, ekonomi düzeldiğinde demokrasiye dönüleceği sözü verilirdi. O düzelme günü de bir türlü gelmezdi.


Özellikle 1955 sonrasında Demokrat Parti (DP); 1970’lere doğru Adalet Partisi (AP) ve zamanın Genelkurmay Başkanının işbirliği bu önce kalkınma sonra demokrasi anlayışının başta gelen örnekleridir. Bu yaklaşım açıkça söylenmese de izleyen on yıllarda varlığını sürdürdü. Toplum, hak ve özgürlüklerle ekonomik kalkınmayı birlikte gerçekleştirecek bir iktidara hiç kavuşamadı.

AKP iktidarı öncesinde IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile ekonomik; Avrupa Birliği’ne tam üyelik görüşmelerinin önünü açan yasal düzenlemelerle de siyasal ön hazırlıklar yapılmıştı. AKP 2002’de iktidara geldi. Büyük çoğunluğuyla toplumun beklentisi ya da umudu, AKP iktidarında, demokratikleşme ve ekonomik kalkınmanın birlikte gerçekleştirileceğiydi.

AYASOFYA ODAKLI DEĞİŞİM

Erdoğan değerlendirme konuşmasında iktidarının, yalnızca ekonomik kalkınma ve iç ve dış güvenlik alanlarındaki başarılarını, üstelik yalnız son iki yılda değil, 2002’den sonra yaptıklarını çok ayrıntılı olarak anlattı. Ambulans sayısından Kanal İstanbul’a uzanan altyapı yatırımlarını, yolları, köprüleri şehir hastanelerini, her şeyi sayıp döktü.

Ancak konuşmada demokrasinin “d”si bile yoktu.

Bununla birlikte Erdoğan konuşmasında rejimin değişime açık olduğunu özenle vurguladı. Yandaşları, yaşlı gözlerle ve alkışlarla liderin bu büyüklüğü karşısında adeta büyülendiler. Aynı günlerde, değişimin yönü de görüldü.

Değişim, AKP iktidarının son on yılında olduğu gibi, hak ve özgürlüklerin kısılması doğrultusunda olacaktı. Yazılı ve görsel basın çok büyük ölçüde baskı altındaydı. Sıra sanal yayınlardaydı getirilecek yasaklarla hak ve özgürlükler biraz daha kısıtlanacaktı.

Aynı zamanda kadın haklarını koruyan, 34 ülkenin imzaladığı 2012 tarihli Uluslararası İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılacaktı. Böylece, 2019’da her gün ortalama olarak bir; 2020 yılında bugüne kadar 120 kadının yaşamını yitirdiği Erdoğan Türkiye’sinde kadınlar daha da az korunacaktı.

DEĞİŞİM BİTER Mİ?

24 Temmuz’da, ülkenin birçok yerinden insanların Payitahta doğru koşuştukları Ayasofya’da, Diyanet İşleri Başkanı kılıç geleneğiyle hutbe okudu. Kılıçla kesilmek istenen belliydi. Başkan, Fatih Sultan Mehmet Han burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” sözleriyle, bir kez daha, Ayasofya’yı 1934 müze yapanları, asla onaylanamayacak bir biçimde suçlamaktaydı. Böylece Türkiye’nin uluslararası düzeyde tanınmasının temel belgesi olan Lozan Barış Anlaşması ve onunla birlikte oluşan Cumhuriyetin temel değerlerinin hiçe sayılması yolunda büyük bir adım daha atılıyor; 1923’te kurulan Cumhuriyet elden gidiyordu!

Aynı gün Anıtkabir ziyarete kapatıldı. Valiliklerin tamamına yakını illerinde derneklerin ve sendikaların kısaca halkın katılımıyla yapılacak Lozan Barış Anlaşmasını anma toplantılarına izin vermedi. İzmir Valisi’nin yasaklama gerekçesi ise gerçekten tarihseldi: Toplumsal ayrışma ve kargaşaya neden olacağı değerlendirildiğinden! Doğrusu, değişim dediğin de işte böyle olurdu!