Günümüz Türkiye’sinde iktidarın onlarca kurumsal düzenleme, zorlama, milyarlarca liralık bütçe ve kaynak aktarımına karşın ülkenin bir dinsel taassuba hapsedilme projesinin duvara çarptığını bizzat hedef kitlesinin isyan ettiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır

Deistler, Müslüman Ermeniler ve Sünni Kızılbaşlar

Türkiye’de 2021 hem sekülerleşme hem de yeni bir kimlik çoğullaşmasını yaşamaktan, konuşmaktan geri duramayacak. Değil tekli, ikili kimlikler bile yerini çoğul ve başka dışavurumlara bırakıyor. Sosyal düzeyde zaten yaşanan değişim artık siyasete de konu olacak.

Yılın bitmesine 1 gün kaldı. 2020’den geriye korona dışında ne kaldı derseniz çokça yazdığım dış politika başlıklarından birisi yerine, ülkenin bir zamandır yaşadığı değişim dinamiklerini yazmayı daha önemli bulduğumu belirtmek isterim.

2021’e devreden derin bir sosyal, sosyolojik gündem var Türkiye’de. Bunu ister yeni nesillerin farklılaşması olarak okuyalım ister dünyanın yeni sosyal, kültürel hallerinin bir yansıması olarak kabul edelim başka türlü bir neslin zuhur ettiğini atlamak mümkün değil. Bahsedeceğim ve daha ziyade yaşça daha genç insanlarda karşılık bulan başkalaşma öyle her üç beş yılda bir gündeme gelen x, y, z kuşağı değişiminden daha ötede. Gençlerin değişen şartların yansıması olarak yaşlılardan farklı davranış kalıpları benimsemesi ya da zamanın ruhunu yansıtacak değerler benimsemesinden birkaç adım ötede daha büyük bir dönüşüm sanıcısı yaşanıyor Türkiye’de. Belki dünyanın önemlice başka kısımları ile beraber.

BİTTİ DENDİĞİNDE YENİDEN BAŞLIYOR: DEİSTLEŞME

“Bir Başkadır” adlı dizideki din adamı adayı “Hilmi” karakterinde olduğu gibi geleneksel İslami bilgiyi örneğin Jung’cu psikanaliz ile birleştirerek düşünen gençler Türkiye’de istisna değiller artık. Aslında bu topraklarda İslam’dan da Hristiyanlıktan da evvel hep oldu deizm, hele onun gnostik formu belki de en güçlü örneklerine bu topraklarda sahip idi. Çin’e kadar yayılacak Manikyenizmi mi söyleyelim Güney Fransa’ya kadar uzanacak Paulikyenizmi mi? Vefailiği mi analım, Şeyh Bedreddin’i mi? Gerek Hıristiyan, gerek İslam ve gerekse Türk tarihi içinde onlarca gelenek sayabiliriz. Her seferinde bastırılan katledilen ama işte bir çatlak bulup yeniden ve yeniden zuhur eden gnostik deizm. Bu bakımdan günümüz Türkiye’sinde iktidarın onlarca kurumsal düzenleme, zorlama, milyarlarca liralık bütçe ve kaynak aktarımına karşın ülkenin bir dinsel taassuba hapsedilme projesinin duvara çarptığını bizzat hedef kitlesinin isyan ettiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

2018’de AKP grubuna arz edilen imam hatip okullarındaki deistleşme raporunu, Erdoğan “olmaz öyle şey yanlıştır o” diye geçiştirmişti. Bahçeli her konuda olduğu gibi bu konuda da Türkçesinin ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koymuş deizmi “Türk gençliğine çalınan bir kara” olarak yaftalayarak işin içinden çıkmaya çalışmıştı. Ancak 2018’de gün yüzüne çıkan tartışma, 2019’da birbiri ardına cesur deizm çıkışlarıyla devam etti. Özellikle ilahiyat fakültesi hocaları, imamlar, imam hatip ve ilahiyat kökenli insanlar birbiri ardına deizmin neden yaygınlaştığına dair açıklamalar yaptılar hatta bir kısmı kendilerini de açıkça bu kategoriye dahil ederek kuralcı, şekilci (Formalist) kurumsal ve siyasallaşmış bir din anlayışıyla aralarına neden mesafe koyduklarını paylaştılar. 2020 bu eğilimin devam ettiğini gösteren çok sayıda sosyal medya paylaşımı ile devam etti. En çok izlenen İslami davet kanalları çok sayıda deizm karşıtı kampanya yürüttü ve halen de yürütmekteler.

Deistlerin günün birinde bir mitingde ya da yeni kuracakları bir mabette toplanacaklarını ve kaç kişi olduklarını bu vesileyle saymayı umanlar boşuna beklerler. Zira bu ne tarihte ne de günümüzde parmak ile sayılabilir bir mefhum olmamıştır. Ama “Konya İmam Hatip okullarında Kore dizisi hayranlığı” hakkında yapılan yüksek lisans ilahiyat tezlerinden, KONDA’nın muhafazakârlık konulu anketlerine, Youtube sokak röportajlarından ilahiyat hocaları arasındaki tartışmaya ve son olarak en şaşırtıcı figürlerin “ben de deistim” diyerek beyan vermesine kadar uzanan genişçe ve güçlü bir eğilimden bahsediyorum.

Bütün bu tabloya baktığımızda Türkiye’deki deist dip dalganın bir sekülerleşme süreci başlattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bundan sadece 5 yıl önce sosyalist gençlik örgütlerinde, sol grup toplantılarında yahut feministe etkinliklerde parmakla gösterilecek sayıda başörtülü kadın varken varken artık bunun haber değeri bile kalmadı. Zira başörtülü kadınlar hem feminist hem de sosyalist olabiliyorlar. Burada kavramsal bir çelişkiden söz etmiyorum. Daha önce görünür ve gösterilebilir olmayanın bugün meydanlara indiğinden bahsediyorum.

Aslında bu çoğulculaşma, heterodokslaşma başka alanlarda da kendini gösteriyor. 2020 de biraz da Karabağ Savaşı vesilesiyle daha görünür olan bir başka “yeni” kimlik Türkiye’deki değişimin habercilerinden: Müslüman Ermeniler.

MÜSLÜMAN ERMENİLER, SÜNNİ KIZILBAŞLAR VE DAHA NİCELERİ

Evet Müslüman Ermeniler hatta bu kimliği taşıyan bazılarının ifadesi ile Türk Ermeniler. Hemen, insan hem Türk hem Ermeni olamaz; Müslüman Ermeni olur ama Türk-Ermeni olmaz demeyin. Olur. Kimliği kim nasıl taşıyor ve ifade ediyor ise onu öyle kabul etmek hatta saygı duymak gibi temel bir politik düsturu unutmayalım. İnsan anne ve babasından aldığı etnik kimliklerle örneğin Boşnak-Gürcü olabilir. Yahut Arap-Laz. Türkiye de belki de en büyük grup Kürt-Türkler ya da Türk-Kürtlerdir. Bu türden ikili hatta hatta dörtlü pek çok kimlikten söz edebiliriz. Dikkatinizi çekmek isterim ki bu hep vardı ama görünür ve gösterilir olması yeni. Evet bu hep vardı ama -altını çizelim- tek bir kimliğe indirgenmesi artık kabul görmüyor. Yeni kimlikler kendini tekli, ikili ifade etmiyor.

Bu bakımdan Müslüman Ermeniler sadece Türklük, Müslümanlık ve Ermenilik hallerine ilişkin kocaman bir parantez açmıyorlar, yeni çağın çoğul kimlikler dünyasına da kapı aralıyorlar. Bu kapıdan çok birey geçecek ve özgürleştirici bir çoğulculaşma yaşanacak. Bunları mermere benzetmeye ve betona gömmeye niyetli bir koalisyona rağmen bunlar oldu, 2021’de de olacak.

Yazının başında adı geçen Sünni Kızılbaşlar da kim diye soracaklara da hemen yanıt verelim. Sünni Kızılbaşlar Türkiye’de yok. En azından benim bildiğim bir grup yok. Belki bireyler vardır. Hatta belki şimdi anlatacağım grubun hikayesine bakınca Türkiye’de her 3 kişiden 1’i Sünni Kızılbaştır bile diyebilirsiniz.

Burada andığım grup Afganistan’da, ağırlıkla da başkent Kabil’de yaşayan çok küçük bir grubu da Pakistan’da bulunan Kızılbaşlardır. Bu grup Nadir Şah devrinde sınır boylarına yerleştirilen Anadolu-Azerbaycan kökenli Türkmen/Türkdilli Kızılbaşlardır. Hem Türk hem Kürt Kızılbaşlardan müteşekkil Safevi akıncıları olan Şahsevenler’e benzer hikayeleri. Ancak İran’ın Afganistan’ı kaybetmesi ile bu grup Fars dilli hale gelir. İstisnai olarak Türkçeyi koruyan son kuşak da Taliban döneminde yok olur. Fars dilli ve İmamiye (İran) Şiizmine yönelmiş büyük çoğunluğun yanında, yine özellikle son 40 yılda mecburen sünnileşen (Afganistan Kızılbaşlarının yüzde 5’inden azdır) bir grup da ortaya çıkar. Ancak gerek İmamiye Şiasına mensup çoğunluk gerekse Sünni azınlık hala kendine Kızılbaş derler. Afganistan milli marşında adları geçer diğer halklarla birlikte. Bu gruba siz de olmaz öyle kimlik diyebilirsiniz. Kızılbaş isen İmamiye Şiisi olamazsın, yahut hele Sünni olmazsın diyebilirsiniz. Ama olan olmuş.

Şimdi tıpkı Türkiye’deki Müslüman Ermeniler gibi onlar da eski ve yeni kimliklerini birleştirip çoğulcu bir varlık olarak kendilerini görünür kılmak istiyorlar. Biz vardık, varız ve var olmak istiyoruz diye duyulmak istiyorlar. Artık tek kelime Türkçe bilmeyen Afganistan Türk Kızılbaşları sosyal medya çağında oradan buradan birbirlerine ve dünyaya seslenmeye başladılar. 2021’de duyulmaması mümkün değil bu seslerin.

Yeni dönemde insanların sadece Türk/Gayrı-Türk, Müslüman/Gayrı Müslim gibi ikili kimliklere aidiyetlere zorlayan anlayış eskimiş olmayacak aynı zamanda Boşnak, Gürcü, Çerkez, Pomak, Sünni, Alevi, Bektaşi, Şafi vb etnik ve inançsal kimliklerinin de daha fazla sekülerleştiği ve çoğulculaştığı bir anlam dünyası ile buluşacak. Bu bir temenni değil tespit. Öte yandan iktidarlar bu tür özgürleştirici pratikleri kendi mermer suretlerine benzetmekte pek mahirdirler. Bunu ne ölçüde yapabileceklerini de pandemisiz 2021 Aralık ayı yazımızda değerlendiririz umarım.

Daha seküler, daha çoğulcu daha eşitlikçi ve pandemiyi dizginlemiş bir 2021 dileğiyle.