Suriye sınırında Kürt koridoru istemeyen Türkiye, el Kaide’ci, selefi, cihatçı komşularından rahatsızlık duymuyor. Bunlar, kısa bir süre sonra, büyük bir tehlikeye gebe olması muhtemel gelişmeler.

İktidar, bir tarafıyla somut ve fiziki olarak din referanslı bir ağ örerken, diğer taraftan toplumsal olarak ‘cihat-vahabilik-şeriat’ fikrini filizlendirip, yaygınlaştırıyor. Bu fikirden geri adım atmıyor. Kurumlar hızla çürüyor.

Ancak AKP iktidarının, tüm bu çabası, toplumda bir süredir tartışılan tezat eğilimlerin ortaya çıkmasına da neden oluyor.

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yapılan çalıştayın sonucunda imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştı.

Değerlendirme ‘içerdendi’. Ancak yine ‘içeriyi’ rahatsız etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan canlı yayında Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ı fırçalayınca Bakan, “Bizim böyle bir tespitimiz yok” dedi. İktidarın küçük ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli de tepkisini geç olmadan gösterdi: “Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar.”

Son noktayı Diyanet koymaya ‘çalıştı’: “Deizm, inkarcı, sapık ve batıl felsefi bir düşünce.” Bu açıklama sonrası Ateizm Derneği bir bildiri kaleme aldı; ’sapık’ ifadesi ile ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ suçunun işlendiğini belirterek, Cumhuriyet savcılarını göreve çağırdı.

Gelin sapıklık ve sapkınlığı buralardan konuşalım
Ateizm Derneği Eski Başkanı ve hale hazırdaki aktivisti Zehra Pala konuyu daha geniş bir perspektiften değerlendirdi. ‘Sapık’ ifadesini kullanan diyanet, yıllardır verdiği skandal fetvalar ve yöneticilerinin toplumun büyük kısmında yadırganan davranışları ile biliniyor. Bunların bazılarını anımsatmakta yarar var. “Babanın öz kızına şevhet duyması haram değil” fetvası veren de “Telefon, faks, sms ve internet ile eşinizden boşanabilirsiniz” diyen de diyanet. Yeni yıl her yaklaştığında “Milli piyango haramdır” fetvası çıkaran kurum, Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü’nden en büyük paylardan birini alması ile dikkat çekiyor. Bu çelişki, “Cemevleri kırmızı çizgimizdir” deme cüreti ve ayrımcılığını gösterebilmiş eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in kullanmış olduğu 1 milyon liralık makam aracında da ortaya çıkıyor. “Müslüman olmayanla evlenilmez” fetvası yayınlayan ve “Feminizm ahlaksızlıktır” açıklamasında bulunan da yine aynı kurum.

“Ayrımcılıkla toplum dizaynı” yapan ve hiç çekinmeden inanları ‘sapık’ olarak tanımlayan Diyanet’in bu noktadaki çeliklerini, ‘ahlak nedir?’ teması üzerinde tartışmak mümkün. Aktivist Zehra Pala bu konuda şu ifadeleri kullanıyor: “Aslında kimin ne tür açıklamalar yaparak ya da hangi durumlarda sessiz kalarak ‘sapkın’ ya da ‘sapıklık’ ifadelerinin altını doldurduğunu görüyoruz. Ensar Vakfı rezaletine en çok ses çıkaranlar kimlerdi? Seküler, deist ya da ateist çevreler değil miydi? Aladağ’daki Süleymancılar’a ait yurtta kız çocukları cayır cayır yanarken Diyanet’in sesi çıktı mı? Çocuklara taciz davalarında, kızların erken yaşta evlendirilmelerinin önünün açılmasında Diyanet neredeydi, bunlara kim karşı çıktı? Gelin sapıklık ve sapkınlığı buralardan konuşalım.”

Gençler sorguluyor
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ‘deizm’ tartışmasında ‘inanç’ biçimini batıl olarak da adlandırdı. Pala, bu ifadeler konusunda çarpıcı bir değerlendirme yaptı: “Deizm hiçbir dine inanmamak demek. Sadece Müslümanlığa karşıt bir fikir değil. Deistler, konuşan asaya, yukarı çıkan develere, aşağı inen atlara inanmazlar. Bir mağarada üç gün sonra canlanma inanışını yok sayarlar. Bunları hurafe ve altı doldurulamaz batıl inançlar olarak görürler. Ne ateistler ne de deistler, kimsenin boğazına yapışarak fikirlerini beyan etmezler. Fikir anlatılacaksa da kutsal kitaplar referans alınır, tartışma bunun üzerinden açılır. İşte korkulan da budur. Deizm hurafe değildir, çünkü ‘altı boş kaynaklardan’ yola çıkarak argüman ortaya koyar. Görüyoruz ki özellikle gençler işte bu altı doldurulamaz şeylere inanmamaya ve onları reddetmeye başlamış.”

Türkiye’nin yüzde 14’ü inançsız
İlahiyatçı İhsan Eliaçık da Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’nin giderek dinden çıktığını söylüyor. Peki gerçekte bunu ortaya koyan bir veri var mı? Evet hem de yine içeriden. İktidara yakın MAK Danışmanlık Anket Şirketi, ’Türkiye’de toplumun dine ve dini değerlere bakışı’ konulu bir çalışma yaptı. Anket, 30 büyükşehir, 23 il, 154 ilçede 5 bin 400 kişi ile yüz yüze görüşerek gerçekleştirildi. Sonuçları oldukça ilginç çıktı. Pala, “Bu toplumun yüzde 99’u Müslüman demek tartışmayı kapatmıyor, değişimin üstünü örtmüyor” diyor: “Mak Danışmanlık araştırmasına göre, yüzde 4 hiçbir şeye inanmıyor, deistler yüzde 6, kararsızlar yüzde 4. Yani 12-18 Haziran 2017 tarihinde gerekleşmiş bu çok yeni araştırmaya göre toplumun yüzde 99’u Müslüman değil. İnanmayan yüzde 14 var. Bu denli baskıcı yapıya rağmen büyük bir rakam. İnsanların ifadelerini özgürce aktaramadığı bir ortamda olduğumuzu da unutmayalım.”

Neden korkuyorsunuz?
İslamiyet’in kutsal kitabı “Oku” ifadesiyle başlıyor. Pala, Türkiye’de öteden beri özellikle aydın ilahiyatçılar tarafından yürütülen “başka bir dille din” tartışması konusuna da değiniyor: “Okuduğunuz şeyi anlamadığınızda ne yapacaksınız? Türkçe bilen bir toplumun Arap diliyle kendini geliştirmeye çalışması saçma değil mi? Mesela toplum, Mevlütlerde okutulan duaların Türkçesi’ne bakarsa bunların ölümün arkasından anlatılan şeylerle ilgisi olmadığını görür. Yoksa bir şeyden mi korkuyorsunuz? Türkçe anlatım, tezatları ya da çarpıtılanları/çarpıklıkları mı ortaya çıkaracak?

Toplumu eğitimle dizayn ettiler
İktidarın hem fiziki uygulamaları hem de toplum mühendisliğine rağmen ‘dinden uzaklaşma’ tartışması daha çok su kaldıracak gibi. Pala, dini sömürerek, uzun süredir etki altında bırakılan toplumun büyük bölümü konusunda da değerlendirme yapıyor. Eğitim ve dizayn ilişkisine dikkat çekiyor. Önemli bir nokta da cemaat, tarikat ve dini yuvalanmaların varlığı: “İnsanlar Türkiye’de laikliğe mi alışamadı acaba?” Kendi bireysel özgürlüklerini bir türlü sevemedi. Bunda eğitim bozukluğu esas etken. Cemaatler de bu ortamda büyüyor. Bir cemaat yok olurken başka cemaatler ürüyor, üremelerine izin veriliyor. Ancak sonuçta benim gördüğüm hepsi birbirine girecek. Birlikleri yok, ranta dayalı ilişkiler var. Sadece din, ortaklık için yetmiyor.”