Deli gömlekleri hiç yakışmıyor size

Herkes gibi ben de özlediğim hayatı seyretmek istiyorum. Gelgelelim her tıkladığımda reklam çıkıyor karşıma. Sağ alt köşedeki “reklamı atla” seçeneğine tıklıyorum, düğme çalışmıyor; kâbus gibi. Ya özlediğiniz hayattan vazgeçeceksiniz ya da reklama katlanmak zorunda kalacaksınız. Seçenek düğmeleri bir işe yaramıyor. Temsili demokrasilerde sunulan seçeneklerden hangisine tıklarsanız tıklayın, görüntü değişmiyor; hep aynı temsil. Seyretmeye devam ediyoruz, reklamlar bir gün bitecek diye.

Özlediğimiz hayatlara kavuşmak umuduyla malları ya da mallaşmış hayatları satmaya çalışan o arsız ses ve görüntülere maruz kalıyoruz. Galiba sorun seyretmek. Çünkü özlediğimiz hayata seyrederek kavuşmak istiyoruz. Bizim sorunumuz çerçevelenmiş ve kurgulanmış, hazır-yapım bir hayatı istemek. Resim tarihinin ürettiği temsiller ile gerçeklerini birbirine karıştırdığımızdan beri, hayatı da bir tablo olarak algılamaya başladık. Beyaz küplerin içinde çerçevelenmiş statik hayatları seyretmeye bayılıyoruz. Ama hayatın statik olmadığını, kıyısı olmayan zamanın durmadan aktığını ve ancak bir dalgıcın, akışa dalarak yüzeye yeni formlar çıkarabileceğini biliyoruz. Ama bilmezlikten geliyoruz. Kim uğraşacak şimdi, hazır-yapım hayatlar varken; görsel kültür ürünleri.

Kültürlüyüz, iyi bir tablodan, iyi filmden keyif almasını biliyoruz. Evlerimiz kitaplarla dolu; kitapların önünde pozlar verebiliyoruz. Kültür, hayatın önüne geçtiğinde ve önünde poz vereceğiniz formlara dönüştüğünde, Holbein’ın tablosundaki “Elçiler”den bir farkımız kalmıyor. Tabloya ya da hayata doğrusal değil de eğri baktığınızda, tablonun alt kısmında, karanlık göz çukurlarıyla bize bakan kurukafa, birlikte poz verdiğimiz kültür nesnelerinin geçici formlar olduklarını, tüm bu formların altında formsuzluğun yattığını hatırlatıyor. Karanlık göz çukurları bizi hiçliğin, kaosun içine çekiyor. Kaostan yüzeye her çıktığımızda beraberimizde yeni formlar getirebilme yeteneğimiz var. Oysa kaosu olmayanlar, üst üste yığdıkları ölü formlarla kuruyorlar kozmoslarını ve ölü formlar arasındaki bir kültür formuna dönüşüyoruz.

Kültür dediğimiz nedir ki? Hayatın kesintisiz akışından yüzeye çıkardığımız formların toplamı değil mi? “Hayatın yaratıcı hareketinin hayata ifade ve gerçekleşme formları sunan bir takım yapıtlar (artefakt) ürettiği yerde, buna kültür deriz: Medeni kanunlar ve anayasalar, sanat eserleri, din, bilim, teknoloji vb. Bunlar, hayatın kesintisiz akışını içlerine alıp ona form ve içerik kazandırır” (Georg Simmel). Formsuz olamıyoruz, ancak bir form ile kendimizi zaman ve mekân içinde ifade edebiliyoruz. Aksi takdirde hiçliğin dipsiz çukurunda boğulabilirdik. Fakat hayatın yaratıcı hareketiyle biçimlenen formlar, hayat kesintiye uğratıldığında, hayatın akışından soyutlanıp bağımsız biçimlere çevrilmeye ve hayatın çok gerisine düşmeye başladıklarında, hayata giydirilen deli gömleklerine dönüşüyor. Simmel hatırlatıyor: “İlk oluşma anlarında hayatla uyumlu olabilirler; ama hayat kendi evrimini sürdürdükçe, bu formlar katılaşıp sabitleşmeye başlar, hayata yabancı, hatta düşman hâle gelirler.” Formlar, hayata düşman kesildiklerinde kültür de bize giydirilmiş deli gömleğidir. Ama hayat hâlâ deli gibi akıyor. Hayata katılmak için yeterince deliremedik demek ki. Delirebilseydik, gömlekler çoktan parçalanmış ve yeni ifade biçimleri icat etmek için hayatın yaratıcı hareketine çoktan katılmıştık bile.

Dubuffet haklı: “Kültür, vaktiyle dinin tuttuğu yeri alma yolunda. Tıpkı din gibi şimdi onun da rahipleri, peygamberleri, azizleri, yetkililerden oluşan organları var” (Boğucu Kültür, Dost). Bir zamanlar hayatın yaratıcı hareketinin ifade biçimleri olan formlar kutsal emanetlere dönüşmüşse, hayat yaşanmaz artık, seyredilecek ve iman edilecek forma dönüşmüştür. Formlara iman edenlerin oluşturduğu kültür cemaati, sadece özlediği formları, hazır-yapım hayatları seyretmek istiyor. Özledikleri formlar yitirdikleri ülkedir. Bedenlere en dar gelen deli gömleği, yitirilen formlara duyulan özlemdir. Oysa deli gibi akan hayat yeni formlara gebe. Size deli gömlekleri hiç yakışmıyor. Hâlâ deli gömleği giyiyorsanız, yeterince delirmemişsiniz demektir.