Yaşamın kıyısında dikilip, ufuk çizgisinden gözlerini ayırmayanlardan korkacaksınız; bir gün delice bir şey yapabilirler. Ufka bakan kişi, sıradan olandan, faşizmden sıdkı sıyrılan ve farklı olanı, çokluğu arzulayandır

Sanatçı, kaostan form çıkarandır. İmaj bombardımanı altında saf anlamsızlık olarak yaşadığımız bir yaşamdan nasıl bir form damıtabilir sanatçı? Ve patlayan bombalarla algılarımız dumura uğramışsa, damıttığı bu formu algılayabilir miyiz? Yaşam, altından kalkamayacağımız kadar karmaşıkken, gerçekliğin imgesi olarak saf bir formla karşılaştığımızda birden bire yaşamın anlamını kavrayabilir miyiz? Samuel Beckett, “Sanatçının görevi, karmaşıklıkla uyumlu bir form yaratmaktır” diyor. Bu karmaşıklıkla uyumlu form, yaşam denli karmaşık olursa forma mı bakarız yoksa yaşama mı? Yoksa her ikisinden de kaçar mıyız? Sorular, sorular…

Sanat, nesne bolluğuna durmadan yeni nesneler ekledikçe, işler giderek karmaşıklaşıyor. Sanat adı altında o kadar çok nesne üretildi ki. Üretenler, yaşadıkları karmaşadan düzen devşirirlerken, hayatı kendileri için yaşanabilir kılıyorlar; ama öte yandan yaşamsa artan nesnelerle daha karışık hale geliyor bizim için. Sanat üretemeyenler, baş edemeyecekleri bu büyük resmin karmaşıklığı karşısında, algılarını yoksullaştırarak küçük ve yalın şeylere yöneliyor ve mikro anlamlarla ürettikleri mikro kozmoslarında yaşıyorlar. Baş edemeyeceği bir karmaşıklık karşısında insanın tepkisi, olabildiğince şeyleri yalınlaştırmaktır. Her yalınlaştırma, yaşamdan bir geri çekilmedir. Yaşam, kıyısı olmayan bir nehirse, biz akışın dışına çıkacağımız bir kıyı aramaktan asla vaz geçmedik; bu kıyı göksel de olabiliyor, yersel de.

Makinelerle kurduğumuz ilişkiler çığırından çıkarken artık yaşamlarımızın kontrolünü yitirdik ve simülasyonların akışıyla sürüklenip gidiyoruz. 19. yy’da Ludistler makineler karşısında yitirecekleri özerkliklerini makineleri kırarak yeniden kazanmaya çabalamışlardı; günümüzde farklı olanı, günah keçilerini kırarak saflığımızı korumaya, karmaşıklıktan düzen çıkarmaya çalışıyoruz. Bu, faşizmdir, sıradan olanın, sağduyunun iktidarı. Çünkü sağduyu, etrafını çitlerle çevirecek ve içeride hep aynı olanın dönüp durduğu ve merkezde vasatın iktidar olduğu tekçi yapıya yönelecektir. Yaşamı daha da yalınlaştırmak istediğimizde, kırmaya hangi makineden başlayacağımızı bilemediğimiz için içeride farklı olanı, birbirimizi kıracağız.

Yaşamın karmaşıklığından geri çekilme, sıradan olanın, faşizmin yükselişiyle sonuçlanabiliyor. Birileri bizi dolduruşa getiriyor ve karmaşanın nedeni olarak gösterilen canavarları ve ejderhaları yok edip içeriyi yalınlaştırıyoruz. Bir zamanlar Batılılar, henüz fethetmedikleri toprakları haritada “terra incognita” (bilinmeyen topraklar) diye gösterirler ve bu toprakları hayali canavar çizimleriyle doldururlardı. Bilinmeyen toprakları bilinir hale getirirken canavarları öldürdük ve yeniden hayali canavarlar yaratmalıydık içeride, sağduyunun bitmek bilmeyen birlik ve beraberlik ruhu için. Şimdi canavarlar Radiohead dinleyenlerin, içki içenlerin kılığına bürünebiliyor ya da cinsel, etnik ve dinsel ötekilerin.

Yaşamın kıyısında dikilip, ufuk çizgisinden gözlerini ayırmayanlardan korkacaksınız; bir gün delice bir şey yapabilirler. Ufuk, kendi mikro evrenimizin, sağduyumuzun sınırıysa, bu sınırın aşılması sıradan olanın, sağduyunun aşılmasıdır. Ufka bakan kişi, sıradan olandan, faşizmden sıdkı sıyrılan ve farklı olanı, çokluğu arzulayandır. Nietzsche’nin uçurum için söylediği, ufuk için de geçerli: Uzun süre ufka bakarsanız, ufuk da size bakacaktır. Ufuk size baktığında farklı sesleri, çokluğun uğultusunu işitmeye, görünmez olanı görmeye başlarsınız. Bunlar tanıdık yabancılardır, yani “unheimlich” (tekinsiz), Freud’un tabiriyle. Tanıdıklardır, çünkü çokluk ve fark içimizdedir; yabancılardır, çünkü bastırdık ya da çitlerin dışına sürdük onları. Ufka bakan kişi ufka dönüştüğünde, hayali canavarlar dostlarıdır artık. Ve gerçek canavarsa, içeride çokluğu ve farklı olanı ortadan kaldırmaya çalışan sıradan olandır, faşizmdir. Samuel Beckett’in, karmaşıklıkla uyumlu bir form yaratma görevini, çoklukla ve farklı olanla yaşama becerisini, ufuktan gözlerini alamayanlar gerçekleştirebilir ancak. Haydi, ufka bakalım ve delice bir şeyler yapalım!