Nereye gidiyorsun?

-Ruhsuz işler yapmaya gidiyorum…

Ruhsuz işler derken?

-Büyük işler yani… Büyük binalar, büyük alışveriş merkezleri, büyük saraylar, büyük ilerlemeler, büyük adımlar… İmparatorluk işleri…

Neyle gidiyorsun?

-Gemiyle gidiyorum… Sebastian Brant’ın Narrenschiff’iyle… Hani şu Rönesans çağının delilerle, meczuplarla dolu hayalî gemisi var ya, onunla… Bütün ülkeyi gemiye doldurdum… İçerde ne ararsan var. Açgözlülük, kibir, yalan, ayak oyunları, hırs… Ama en önemlisi delilik ve suç… Delilik toplumsallaşınca delilik olmaktan çıkıyor… Suç da öyle… Bu yüzden, gemidekilerin çoğu her şeyi anlayışla karşılıyor. Onlara her şey olabilirmiş gibi geliyor… Hırsızlık mubah, cinayet hoş görülebilir, adalet gereksiz… Bu gemidekilerin çoğu deli ve suçlu…

Bunca yükün altından nasıl kalkıyorsun? Gemiyi nasıl yönetiyorsun?

-Çok kolay… Sağduyuyu öldürüyorum… Her gün diriliyor ama ben yine öldürüyorum… İnsanlara sağduyusuz nasıl yaşayacaklarını anlatıyorum. Yarısı anlıyor, yarısı anlamıyor; anlamayanlara her gün yeniden anlatıyorum… Geminin hoparlörünü yalnızca ben kullandığım için, huzursuzluk yaratanların sesleri pek duyulmuyor… Savaşalım diyorum. Onaylıyorlar. Savaşın ne olduğunu hâlâ bilmiyorlar… Bilseler de unutuyorlar. Unutturuyorum… Ama asıl önemlisi onları özgürlük istememeye alıştırıyorum. Onları özgürlükten soğutuyorum. Kendinizi kaderin eline bırakın diyorum. Bırakıyorlar…

Bir amacın var mı peki?

Tabii ki var… Herkesin birbirine benzediği bir gemi hayal ediyorum. Herkesin bana benzediği bir gemi… Benim gibi olsunlar. Kötü mü? Ben kendimden çok memnunum… Hoşgörülerini yitirmelerini sağlıyorum. Azarlıyorum, fırça çekiyorum, bağırıp çağırıyorum. Sonra onlara ne kadar hoşgörülü olduğumdan bahsediyorum. Gemi belirsizliğe doğru gidiyor. Belirsizliğin içindeki karanlığı işaret ediyorum, ‘işte ışık,’ diyorum. Alkışlıyorlar, tezahüratta bulunuyorlar, inanıyorlar… Sonra vicdanı da öldürüyorum. Her gün öldürüyorum. Böylece hızla yozlaşıyorlar. Yozlaşmalarını kolaylaştıran gemi kanunları çıkarıyorum… Bu kanunlara uyduklarını görmek insanı mutlu ediyor. Görmezden geliyorlar, merhamet duygularını yitiriyorlar, dayanışmayı unutuyorlar; mutlu olun diyorum, mutlu oluyorlar… Onlara karşı çıkamayacakları şeyler söylüyorum… Bizi eziyorlar diyorum, biz ezilmeyiz diyorum. Beni haklı ve mağdur buluyorlar…

Ruhsuz işlerle uğraşmak, can sıkıcı bir iş olsa gerek…

-Yoo, hiç de öyle değil… Bazen güverteye çıkıp yarattığım dünyaya bakıyorum… Dev binalar, dev köprüler, dev taşlar… Her şey dev… Bütün bunları gördüğümde haklılığıma bir kez daha inanıyorum… Önemli olan organizasyonun büyüklüğüdür… Organizasyon ne kadar büyükse, devse ve ne ölçüde kontrol altındaysa, yaptığım işten o kadar çok zevk alırım… Şimdi her şeyi ben kontrol ediyorum. Çünkü kimseye güvenmiyorum. Hakka hukuka da güvenmiyorum… Ben bir kahraman olarak bu çağa çok yakıştığımı düşünüyorum… Biz bu çağı kamunun elinden alıp özelleştirdik… Bu çağın ruhu bu yüzden vahşi ve ölümcül bir girişimci güzelliği taşıyor. İnsanlar barış içinde onar onar, yüzer yüzer ölüyorlar… Kimse hakkını arayamıyor. Arayanları düşman ilan ediyorum, ahaliyi bu düşmanlarla korkutuyorum.

Sen korkmuyor musun peki?

- Korkmak insanın fıtratında var… Diktatörler de insandır… Ancak başkalarının nefreti onurlu bir kazançtır. Bunu hak etmek için elimden geleni yapıyorum. Gemiye, Narrenschiff’e sonuna kadar sahip çıkıyorum… Nuh’un, gemisine sahip çıktığı gibi… Ama benim gemi Tufan’dan kaçmıyor. Hep birlikte Tufan’a gidiyoruz. Bunu biliyorum. Kimseye söylemiyorum.