Şimdi çoğunun içinde koca bir boşluk. Bir türlü dolmayan, anılarla az biraz ancak doyurulan kara bir boşluk. Çoğu, olamadığı yerde olmak istiyor, çoğunun aklı bir başka hayatın içinde, bedeni çöp. Çoğu yaşadığından anlamıyor, çoğu başkasının hayatını yaşıyor, aklı çöp. Çoğu dünle yarın arasında ezilmiş yaş alıyor. Diğer birçoğu için çukur sanal bir mahalle değil artık, […]

Şimdi çoğunun içinde koca bir boşluk. Bir türlü dolmayan, anılarla az biraz ancak doyurulan kara bir boşluk. Çoğu, olamadığı yerde olmak istiyor, çoğunun aklı bir başka hayatın içinde, bedeni çöp. Çoğu yaşadığından anlamıyor, çoğu başkasının hayatını yaşıyor, aklı çöp. Çoğu dünle yarın arasında ezilmiş yaş alıyor. Diğer birçoğu için çukur sanal bir mahalle değil artık, evleri çukur olmuş fark etmek istemiyor. Bazıları belki huzursuzluğuna isimler aramakla meşgul. Her gün yeni bir mazeretle uğurluyor kendisini işe, her gün eski bir mazeretle kendisini karşılıyor işten dönüşte.

Beyaz örtülerle kaplı koltuklardan, dantellerle korunan eşyalardan bugüne bir şey kalmadı. Sadece eşyalar çoğaldı, insan azaldı. Eşyalardan çok insanlar yıprandı. Şimdi içimizdeki bu boşluk özlem, bu boşluk hasret, bu boşluk koca bir ihanet kendimize. “Tanrı da tanrı misafiri bu dünyada” diyordu Küçük İskender. Geçen sene ölen çocuklarla gitti o da, iki yıl önce ölen çocuklarla, üç yıl önce ölen çocuklarla, yıllardır her yıl ölen çocuklarla gitti. Avuçları çocuklarını sevmekten yorulmuş eller yumruk olup sıkıldığında -çocuklarının ölü bedenlerinin ardından- gitti o da. Şimdi tanrı insanın göğüs kafesinin orta yerinde kocaman bir boşluk. Herkesin kendine göre doldurduğu bir yanlışlık. Beyaz örtülerle üzerini örtüp dantellerle süslediğimiz bir tansık.
Elli yaşına gelmişlerin acelesi, altmışındakilerin kabullenişi, yetmişindekilerin iç çekişi bu dünya. Çocuklara yer kalmadı. Plastik bir topun patlaması bir mahallenin yas tutmasıydı halbuki, bir çocuğun ağlaması mahallenin seferberlik emriydi, bir çocuğun aşkı bütün bir hayatı değiştirirdi. Oysa şimdi kocaman bir boşluk: Yas, hüzün ve aşk. Çocuklar ölüyor, anneler örseleniyor. Anneler ölüyor, çocuklar peşi sıra. Şimdi göğüs kafeslerinde boşluk, göğüs kafeslerinde doymayan ve dolmayan bir sessizlik. Her şeyi yutan bir kaygı sarıyor dünyayı. Her şeyi saran endişeli bakışlar. Anaların rahimlerinde telaş, babaların bakışlarında hiçbir şeye yetememenin o derin hüznü. Bütün bunları aşabilelim diye, kaygıları kırabilelim, gözlerimizi tanımadığımız çocuklara yaşartabilelim diye, az da olsa yüreğimizi bir başkası için atıyor kılabilelim diye gezgin delileri arıyor gözlerim. Her şeyi söyleyen -ağzına geldiğince- ve her şeyi söyleyebildiğimiz ona. Gezgin delileri arıyor gözlerim. Oysa kapatılmış her şey ve herkes. Yeni deliler salıyorlar üstümüze, bizi konuşturmak için değil, bizi susturmak için salıyorlar. Sözü, sesi ve aşkı kapatan, Tanrı’yı kafamızı koyduğumuz yastığımızdaki yerinden eden bu işte. Bu, bütün suçların en belalısı; bu işte içimizdeki deliyi susturup kapatan; huzursuzluğumuza isim bu; kaygımızı besleyen, bizim yaratılmışlar içinde huzursuzluğuyla malül tek canlı halinde evrene salan bu.

Delileri ve çocukları özledim ben. Birisi kapatılıyor, birisi öldürülerek uslandırılmaya çalışılıyor şimdi.

Dünya ölmek üzere olan bir hastanın acımasız tutunma isteği dünyaya. Dünya dünyaya tutunma isteğinden başka bir şey değil. Düşerken kendine tutunmak gibi dünya. Dünya anaların rahimlerinde telaş, babaların bakışlarında hiçbir şeye yetememenin o derin hüznü.

Delileri ve çocukları özledim ben. İçimizin boşluğunu ancak onlar dolduracak biliyorum. Biliyorum deliler yıkacak bütün duvarları, “yeni yeni çocuklar inecek günlerin avlusuna”. Biliyorum dünyayı deliler ve çocuklar yaşanır kılacak. Acıdan bir kez daha doğacak her şey, biliyorum.