Pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu var. Üç aday var

Pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu var. Üç aday var. Adayların biri %50’yi geçemezse 24 Ağustos’ta ikinci tur var. İkinci tur olursa, ilk turda en çok oy alan adaylardan ikisi yarışacak, diğerinden fazla oy alan kazanacak.

İkinci turun olup olmayacağına dair spekülasyonlar, algı operasyonuyla hakikat arasında dans eden kamuoyu araştırmalarına dayanıyor. Katılım oranının düşmesinin AKP adayına yarayacağı gerçek, ama ne kadar düşeceği belirsiz. Seçim ikinci tura kalırsa seçmen davranışının nasıl olacağı da. Yurtdışındaki katılım oranının da beklenenin çok çok altında olduğu anlaşılıyor. Çok kendinden emin görünen anket şirketlerinin bizimle paylaşmadığı birkaç ayrıntıdan en önemlisiyse şu: Böyle bir seçimin Türkiye tarihinde benzeri yok, bu yüzden – anketlerin namuslu bir biçimde yapıldığı durumda bile – hata payının diğer seçim öncesi anketlere göre farklı olması muhtemel.

Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki benim oyum Selahattin Demirtaş’a. Bunun pek çok sebebi var.

İlki, adaylara bakınca söylediklerini kendime en yakın hissettiğim aday Demirtaş. İnsan hakları, hukuk sistemi, demokrasi, emek sömürüsü, kadın sorunları, LGBT bireyler ve ekoloji konularında fikirleri bana en yakın olan aday. İkincisi, onun temsil ettiği siyaset çizgisinin güçlenmesinin toplumun hayrına olduğunu düşünüyorum. MHP Milletvekili Sinan Oğan’a “Bu seçim, Demirtaş’ın kişiliğiyle HDP’yi Türkiyelileştirdi. Bu Türkiye için kazanımdır.” dedirten bir Kürt siyasetçiden söz ediyoruz, azımsanamayacak önemde bir algı değişimidir. Üçüncüsü, Kürt siyasal hareketiyle uzun adamın yönetiminden rahatsız olan diğer kesimlerin – her tür ırkçı hariç – birbirine yaklaşmasının, bu ülkede barış içinde yaşamamızın tek yolu olduğunu düşünüyorum ve Demirtaş’ın kampanyasında seçtiği üslubun ve söylemin bu durumun farkında olan bir ortak aklın ürünü olduğunu mutlulukla gözlemliyorum.

Bu seçim elbette dünyanın sonu değil, ama çok ciddi sonuçları olacağı da ortada. HDP adayı Demirtaş’ın Başbakanı ve iktidarı hedef alan sözlerinden sonra kimin ne tepki verdiğine bakmak, seçim sonrası ile ilgili de ipuçları veriyor. HDP eğer bu kampanyadaki çizgiyi korur hatta geliştirirse, şu anda tasavvur edilenin çok ötesinde bir popülerliğe ulaşabilir ve bu son derece hayırlı olur. Bu seçimde alınacak oyların aynı zamanda bu çizgiye destek anlamına geleceğini ve HDP’yi iktidar saflarına yakın göstermeye ya da onu alenen oraya çekmeye çalışanlara da çok net bir cevap olacağını düşünüyorum.

Seçim ikinci tura kalırsa ne yapacağımı da peşinen söyleyeyim. İkinci tura Demirtaş ve İhsanoğlu kalırsa Demirtaş’a, Demirtaş ve Erdoğan kalırsa yine Demirtaş’a, İhsanoğlu ve Erdoğan kalırsa da İhsanoğlu’na oy vereceğim. Ve bu yazı dahil, mümkün olan her yolla, Türkiye’nin savrulduğu gidişat iyice korkunç hale gelmesin diye, muhalefet adaylarının ikisini de kendine yakın bulmayanları da her iki turda da kendisine daha az uzak gelen adaya oy vermeye teşvik etmek isterim. 

Haddim olmayarak teşvik etmek isterim, çünkü boykot yanlısı olanların, diğer adaylardan birine “Kendisi Zaza ama benim Kürt kardeşlerimi aldatıyor”, diğerine de “Ülkesine, milletine yabancı” diyen bir kişinin cumhurbaşkanı olmasının ülkeyi neye benzeteceğini pek göremediklerini düşünürüm. Bu sözüm, Demirtaş’ın ya da İhsanoğlu’nun ikinci tura kalamaması durumunda da geçerlidir.

Geçerlidir, çünkü idarenin denetlenmediği bir rejime demokrasi denmez ve şu anda iktidarı resmen denetleyebilecek herhangi bir kurumun kaldığını söylemek kolay değil.

Geçerlidir, çünkü demokrasiye olan inancın azalması gibi çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız ve en tepeden sürekli zerk edilen nefret söylemi bu tehlikeyi artıran ve bir arada yaşama iradesini tehdit eden bir boyutta.

Geçerlidir, çünkü basın özgürlüğü konusunda Türkiye yerlerde sürünüyor ve seçim süreci adayların biri lehine anormal bir eşitsizlik içerisinde sürmekte. Adil bir seçim atmosferinden söz etmek zor.

Geçerlidir, çünkü bu coğrafyada 20 günde yaklaşık 2 bin kişiyi katleden bir katil devlete, İsrail’e gıkını çıkartmayan ve binlerce başka insanı da katleden, kız çocuklarını sünnet ettiren bir IŞID gerçeği var ve kendilerinin Musul’daki merkezi, bir süre önce içinden 49 vatandaşımızın kaçırıldığı T.C. Musul Başkonsolosluğu’dur. Şu anda IŞİD’le en ciddi mücadeleyi Kürtler sürdürmektedir, ve İsrail’e sadece gıkını çıkartabilen başka birileri IŞİD’e gıkını dahi çıkartamayıp sadece “eğer gerçekten müminlerse” rehineleri bırakmalarını istemektedir.

Yanisi, mezhepçilik soslu bir tek adam rejimiyle demokrasi arasında hâlâ bir seçim yapma şansımız varken, bu seçimi boykot etmek yerine, hem en kötü senaryoyu önlemek, hem de yeni yaşam çağrısını büyütmek mümkündür. Yalnız bu imkân, bu imkânın varlığını kabul ederek ve bazı siyasal ezberleri bir yana koyarak mümkündür.