Demirtaş, gazetecilere mektup yazarak hakkındaki suçlamalara yanıt verdi: Sahte hesap delil sayıldı
Cezaevinde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş, gazetemizin Yayın Koordinatörü Yaşar Aydın’ın da aralarında bulunduğu gazetecilere mektup yazarak, hakkındaki 'yargılama sürecini' değerlendirdi. Mektupta, Demirtaş’ın avukatlarının suçlamalara verdiği yanıtlar da yer aldı. Avukatlar, Demirtaş’ı taklit eden sahte bir Twitter hesabından atılan tweetlerin, iddianameye ‘delil’ olarak konulduğunu belirtti.
HABER MERKEZİ
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi’nden aralarında BirGün Yayın Koordinatörü Yaşar Aydın’ın da bulunduğu gazetecilere mektup göndererek hakkındaki suçlamalara yanıt verdi.
Hükümetin sistematik şekilde kendisi ve HDP’ye yönelik bir iftira ve linç kampanyası yürüttüğünü kaydeden Demirtaş, sözlerine şöyle devam etti:
“Benimle ilgili medyada yazılan, çizilen, söylenen neredeyse her şey, bariz bir yalan ve iftiraya dayanmaktadır. Bazı sözlerim bağlamından koparılarak algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Hakkımdaki tüm kumpas suçlamalarını mahkemelerde bir bir çürüttük ve bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde de ortaya koyup haklı bir şekilde davayı kazandık. Bana yönelik temel suçlamalarda işin aslının ne olduğunu detaylıca bilmen için, avukatlarımın hazırladığı bir dosyayı ekte sunuyorum. Dosya belki biraz uzun olacak ama zaman ayırıp tümünü okuyabilirsen kumpasın ciddiyetini (veya ciddiyetsizliğini) daha net görmüş olacaksın. Bu dosyayı, mesleki çalışmalarında yardımcı olmasını umarak da iletiyorum.”
Mektubun ekinde, Demirtaş’ın avukatlarının 3 bin 530 sayfalık iddianameyle açılan yeni davada yöneltilen suçlamalara 20 ayrı başlıkla verdiği yanıtlar da yer aldı. Bu bilgi notlarında yer alan bazı bölümler şu şekilde:
6-8 EKİM OLAYLARI: ‘ORTADA ŞİDDET ÇAĞRISI YOKTU’
İddia: Bilindiği gibi, 6-8 Ekim 2014 tarihinde ülkemizde meydana gelen ve çok sayıda yurttaşımızın yaşamını yitirdiği ve yaralandığı, bunun yanı sıra mal kayıplarına yol açan acı olaylar yaşanmıştı. Demirtaş’ın, bu acı olaylarla ilgili, hakikatleri ortaya koyduğu, 19 Ekim 2020 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanan yazısı aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Demirtaş’ın yazısı, özetle şöyle: “6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse en küçük bir imada bile bulunmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim'de Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi. Çünkü ortada öyle bir şey yoktu. Şiddet, Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek" ifadesi üzerine başladı. HDP’nin 6 Ekim akşamı saat 21.50’de yayımladığı açıklamadan sonra Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çeşitli gösteriler yapıldı. Ki zaten bu gösteriler Ağustos 2014’ten itibaren yapılan gösterilerin bir devamı niteliğindeydi ve etkili de oldu.
Ancak tek bir şiddet olayı, yaralanma ya da ölüm meydana gelmedi. Zaten ertesi sabah hiçbir gösteri ya da olay da yoktu. Her yer sakin ama kaygılı bir bekleyiş içindeydi. Biz HDP olarak Kobanê sınırındaki Suruç’ta kitlesel bir mitingin yapılmasının iyi olabileceğini tartışıyor ve bunun imkanlarını araştırıyorduk. Peki HDP’nin çağrısından sonra Başbakan, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı veya muhalefet partilerinin “HDP ortalığı yakıp yıkmaya çağırıyor, provokasyona gelmeyin, bu çağrıya uymayın” şeklinde bir açıklaması var mı, yok. Çünkü ne şiddet var ne de HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı olduğuna dair en küçük bir algı var. Eğer bir parti “ortalığı yakın, yıkın” diye bir çağrı yapıyorsa ülkeden resmi veya sivil düzeyde tek bir uyarı da mı gelmez? Gelmedi.
Çünkü ortada şiddet çağrısı yoktu. Peki buna rağmen nasıl oldu da bunca şiddet, katliam ve yıkım yaşandı? Size yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihli konuşmasını hatırlatmak durumundayım. Ne demişti orada? “Kobanê düştü, düşecek.” İşte provokasyonları tetikleyen cümle budur. Bu konuşmadan sonra birkaç yerde insanlar yeniden gösterilere başladılar. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı, Kobanê’ye yardım edeceği yerde -hani çözüm süreci de var ya, hani Kürtlerle barış oluyor ya, hani analar ağlamayacak ya- adeta keyifle Kobanê’nin az sonra düşeceğini ilan ediyordu. Ve ilk provokasyon da bu konuşmadan hemen sonra yaşandı. Muş’un Varto ilçesinde, polis göstericilere ateş açarak 25 yaşındaki Hakan Buksur adlı HDP’liyi katletti. Aynı gün, toplam 13 kişi daha, kimliği belirsiz veya gizlenen kişilerce katledildi. Dolayısıyla provokasyonlara HDP’liler katledilerek başlandı.
‘GİZLİ TANIĞA AİT EVRAKLAR BULUNAMADI’
İddia: Demirtaş’ın TBMM’de Kürtçe konuşma yapması için talimat aldığını iddia eden ve bu ifadeleri, 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davanın iddianamesinde yer alan “Mercek” adlı gizli tanığın gerçekte hiç olmadığı ve böyle beyanlarının da bulunmadığı, bizzat Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ısrarlarımız üzerine yazılan müzekkere cevabında belirtilmiştir. İlgili müzekkere aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen müzekkerede, gizli tanıt evrakları arasında ‘Mercek’ adlı gizli tanığa ait evrakların bulunmadığı belirtildi. Duruşma tutanağına da bu ifadenin işlendiği görüldü.
‘SAHTE TWİTTER HESABI DELİL SAYILDI’
Avukatlar, ‘Selahattin Demirtaş’ adlı sahte bir Twitter hesabından atılan tweetlerin iddianamede delil olarak yer aldığını da belirtti. Konuyla ilgili olarak şu bilgiler aktarıldı.
“7 Ocak 2021 tarihinde açılan davanın 3.530 sayfalık iddianamede, Demirtaş aleyhine olan iki adet somut delilden biri, kendisine ait olmayan sahte bir Twitter hesabından atıldığı iddia edilen tweet’lerdir. Bu hesabın, Sn. Demirtaş ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kendisinin hesabı, https://twitter.com/hdpdemirtas adresli, @hdpdemirtas kullanıcı adlı, 2010 yılının Aralık ayında açılmış olan, Twitter tarafından mavi rozet verilerek doğrulanmış olan hesaptır. O dönemde Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı olduğu için @bdpdemirtas olan hesabın kullanıcı adı, kendisi HDP’ye geçtikten sonra @hdpdemirtas olarak değiştirilmiştir.”
WASHINGTON’DAKİ ‘PKK’ KONUŞMASI
Selahattin Demirtaş’a yöneltilen suçlamalar arasında, “PKK terör örgütü değildir” şeklinde açıklama yaptığı iddiası da yer alıyor. Demirtaş’ın avukatları, Demirtaş’ın ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Brooking Enstitüsü’ndeki bir panelde yaptığı konuşmasının çarpıtıldığını ifade ederek şu notları paylaştı:
“Soru: Burada dikkate alınması gereken bir olay, 800 kiloluk bir gorilin odada olması ve o da PKK. Yani, bu, sizler kendi pozisyonunu nasıl açıklıyorsunuz? Siz PKK’ye ne kadar yakınsınız? PKK’nin kullandığı yöntemleri nasıl görüyorsunuz? Bu konudaki sizin düşünceniz önemli.
Demirtaş: Evet, şimdi, her şeyden önce, PKK 30 yıldan daha fazla bir süredir Kürt sorunu, Kürt halkının hakları için silahlı mücadele yöntemini seçmiş bir örgüttür. Biz PKK’yi silahlı bir halk hareketi olarak tanımlıyoruz. Biz bugüne kadar, 1990’dan bugüne kurulmuş hiçbir partimiz, PKK’yi terör örgütü olarak tanımlamadı. Çünkü halk tarafından da desteklenen ama şiddet yöntemini tercih etmiş bir örgüt olarak tanımladık kendisini.
Ancak bizler, şiddeti bir çözüm yöntemi, silahı da bir çözüm yöntemi olarak tercih etmediğimiz için, 1990’dan bu yana demokratik siyasal mücadele yürüten bir partiyiz. Ve bizler, partimize oy veren insanların çok önemli bir kısmının da aynı zamanda PKK’ye sempati duyduğunu da biliyoruz.
Ancak bizim PKK ile aramızda organik bir ilişki, organik bir bağ hiçbir zaman olmadı. Sein Fein-IRA ilişkisinde olduğu gibi iç içe geçmiş örgütler değiliz. Biz PKK’yi doğrudan veya dolaylı, hiçbir şekilde temsil etmiyoruz. Biz BDP olarak, aldığımız oylarla elde ettiğimiz meşruiyete ve taleplerimize dayanarak kendi partimizi, sadece kendi yönetimimizi temsil ediyoruz.
Ancak şunu da biliyoruz ki, PKK de Orta Doğu’da ve Türkiye’de özellikle, bir realitedir. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü sürecinde, dikkate alınması ve bir şekilde temasa geçilerek ikna edilmesi gereken bir aktördür diye düşünüyoruz.
Ve biz bu siyasi çözüm sürecinde, önerdiğimiz bu siyasi çözüm sürecinde, aynı zamanda barışın da gerçekleşmesi için, eş zamanlı olarak mutlaka ama mutlaka PKK’nin de ikna edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu siyasi çözüm arayışları sırasında da mutlaka silahların susması akan kanın durması gerektiği inancındayız.”