Demirtaş, bildiğini okumasın diye gönderildiği cezaevinde bildiğini yazdı: Söyle Nergis, ben seni ne çeşit seveyim?

Demirtaş’ın ‘Seher’ vakti

Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları’ndan çıkan hikâye kitabı ‘Seher’deki ‘Bildiğiniz Gibi Değil’ adlı öyküsünde, kahramanı Mustafa’nın ağzından soruyor: “Söyle Nergis, ben seni ne çeşit seveyim?”

Seher; yazarı, yazım koşulları ve içeriği göz önünde bulundurulduğunda, pek çok açıdan okunabilecek, üzerine yazarken pek çok açıdan bakılabilecek bir kitap: Söyle Nergis, ben bu kitabı ne çeşit yazayım?

Söz ve ceza

Orhan Kemal, askerde Nâzım Hikmet şiirleri okurken yakalanıp tutuklanıyor. Gelin görün ki Nâzım Hikmet’le aynı koğuşa düşüyor. Nâzım okuduğu için girdiği cezaevinde, Nâzım’dan aldığı eğitim ve şevk ile öykü yazmaya başlıyor. Çeşitli dergi ve gazetelere yazılar, öyküler gönderiyor. Fabrika kâtibi olarak girdiği cezaevinden, okur kitlesi oluşmuş bir yazar olarak çıkıyor.

Selahattin Demirtaş; kendi söz hakkıyla beraber, ona oy verenlerin söz hakkı da gasp edilerek tutuklanıyor… Gelin görün ki bildiğini okumasın diye gönderildiği cezaevinde bildiğini yazmaya başlıyor. Çeşitli dergi ve gazetelere yazılar, öyküler gönderiyor…

Kitaptaki Mustafa yine soruyor: “Söyle Nergis, ne çeşit?”

Söyle Nergis, ne çeşit yazayım?

Çıkarın beni bu dışarıdan!

Yıllar önce, cezaevlerinde üretilen edebiyattan mütevellit Mahsus Mahal Dergisi’nde çıkan bir yazı vardı: “Çıkarın beni bu dışarıdan” (Şeyhmus Ay) Demirtaş da Seher’de dışarı ve içerinin aynılaştığını vurgulamış: “Dışarıdakiler, daha doğrusu dışarıda olduğunu zanneden arkadaşlar…” Birkaç ay önce BirGün’e yolladığı bir yazısında: “Burada da hayat kısa, kuşlar uçuyor” demişti.

‘Devlet kuşu’ derler talihe; bizde okuyanın, yazanın, konuşanın talihine, kuş namına ‘Görülmüştür’ damgalı mektuplar taşıyan posta güvercinleri düşüyor sık sık…

Aziz Nesin, bildiğini okuduğu- yazdığı için hayatının uzunca bir kısmını geçirdiği cezaevindeyken, görevliler: “Aziz Bey, dışarıya yazı gönderiyorsunuz… Evde çoluk çocuğumuz ekmek bekliyor.” Nesin bütün kısıtlamalara rağmen yazı göndermenin bir yolunu bulurmuş. Görevliler Nesin’in yazıları dışarı nasıl çıkardığını bulamıyor. En sonunda, Nesin’in koğuşunun penceresinde, kuru ekmekle beslediği kuşlara yüklüyorlar suçu… Nesin, bu kuşların ayağına yazı bağlayıp gazetelere yolluyor diye…

Demirtaş, kitabı kuşlarla açmış. Aristofanes’in ‘Kuşlar’ diyarına giden iki kahramanı misali bu öyküde Demirtaş ve koğuş arkadaşı Abdullah Zeydan… Kendi olarak yer aldığı tek öykü bu. Onda da kahraman değil tanık olarak konumlanarak; koğuş penceresine ve havalandırmaya konan kuşlar üzerinden sistem eleştirisi yapmış. Onu kendi önünde siper eden erkek kuşa rağmen, yuvasını, çocuklarını korumaya çalışan dişi kuş ve ona muhalefet eden üç amir devlet kuşunun hikâyesi…

Orhan Kemal ve Aziz Nesin atıflarım tesadüf değil; erk’i eleştiren bu ilk öyküden itibaren kitap, temelde kadın ve sınıf meselelerine odaklanıyor. Ele aldığı konular ne kadar ağır olsa da mizahı, eleştirinin etkin bir parçası olarak kullanarak.

Selahattin Demirtaş; kürsüdeyken kullandığı, mizahla muhatabına çıkışan üslubu ve gördüğü ironinin altını çizerek hitabetini daha da güçlü kılan hicvi ile ‘Seher’i yazarken edebiyatta kullandığı mizahı birbirinden ayırmış.

Mustafa yine soruyor: “Söyle Nergis, ne çeşit?”

Söyle Nergis, ne çeşit yazayım?

Kadın öyküleri

Demirtaş; kahramanlarını hep sevdiklerinden seçmiş, onları savunmuş. Bu anlamda politik duruşu olan bir kitap ama ‘Seher’e, bir siyasetçinin yazdığı öyküler gözüyle bakmak, haksızlık olur.

‘Katledilen, şiddet mağduru bütün kadınlara…’ adanan ‘Seher’de özellikle iki öykünün üstünde durmak isterim:

İlki; kitaba adını veren Seher. Vedat Türkali’nin deyimiyle “Karanlıkta Uyananlar” dandır Seher. Bir konfeksiyonda işçi olarak çalışmaktadır. Aynı konfeksiyondan Hayri ve arkadaşlarının tecavüzüne uğrar. Başına gelenlerden dolayı aile meclisince cezalandırılır. “Üç erkek bir akşamüstü ormanda hayallerini çaldı Seher’in… Üç erkek gece yarısı boş bir arazide canını aldı Seher’in.”

Kitabın en kuvvetli öykülerinden biri olan ‘Temizlikçi Nazo’da ise, kahramanımız Nazo, hikâyenin içinden bizzat okuru muhatap alıyor. Kendi hayatının direksiyonuna geçme hakkı elinden alınan Nazo, ömrünün kâh yolcusu kâh muavini olarak anlatıyor okura…

Nazo, en büyük hayali Mustang almakken tamir ettiği otobüsün altında kalarak can vermiş bir işçinin kızıdır. Babasının hatırası namına elinde kalan tek şey olan araba sevdasına sarılır. Evlere temizliğe giderken başını dayadığı halk otobüsü penceresinden bakar hayata; trafikteki otomobillerin penceresinden içeri yani. Arabanın markasına göre içindekilerin hayatını tahayyül eder… Bir gün, işe yetişmek için otobüsten aceleyle inen Nazo, o esnada gerçekleşen eylemde başına yediği polis darbesiyle yere düşer. Başına gelenler: “gerçek olamayacak kadar hakiki”dir. Önce ambulansta, sonra hastanede, sonra polis aracında bulur kendini. Bu kez etrafındakilere, doktorlara, polislere, savcılara bakarak hangi otomobillere bindiklerini, hangi otomobile binmek istediklerini tahayyül eder.

Temizliğe gitmek için çıktığı yol, hapishaneye düşer. Orada kendi mahallesinin farklı yüzleriyle tanışır. Kol gücüyle çalışan bir emekçi olarak girdiği hapisten belki de kolunu kaldırıp zafer işareti yaparak çıkacak Nazo…

Yazının başından beri Mustafa’yla beraber Nergis’e seslendiğimiz, ‘Bildiğiniz Gibi Değil’ öyküsü ise adıyla, 90’larda Güneydoğu’da çocuk olanlara selam gönderiyor.

‘O vahşi atla beraber’

Kitabın içinden bir tanıdık çıkıyor. Kitap ayracı olarak; Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde çizdiği, o vahşi beyaz at…

“Ben severim, sen çeşidini söyle Nergis?”

Ben yazarım sen çeşidini söyle Nergis?

Burada da hayat kısa, sözler uçup bizi buluyor.