Demokrasinin her türlüsünü denemiş, hepsinde de sınıfta kalmış bir ülkede yine seçimler yapılacaktı. Doğal olarak seçim sonuçları öncelikle iktidarda olan partileri ilgilendiriyordu:

-Ya seçimi kaybedersek!

Derme çatma demokrasilerin en iyi işleyen yanını “iktidarın nimetleri” bölümü oluşturur. İktidardan gitmek, iktidara gelmek kadar keyifli ve heyecan verici olmayabilir.

Bu konuda Türkiye’de “iyi” bir örnek olarak Kurtuluş Savaşı Kahramanı, İkinci Cumhurbaşkanı, “Milli Şef” İsmet İnönü’nün 1950 Genel Seçim yenilgisini tarihi bir tavırla kabul edişi gösterilebilir:

-En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir!

Kendisi ve partisi (CHP) kaybetmiştir ama demokrasi kazanmıştır.

Demokrasi zaferiyle gelen Demokrat Parti’nin lideri Adnan Menderes üst üste kazandığı iki seçimden sonra (1950 ve 1954) bir yıl öne çekilen 1957 seçimlerinde ise kaybetme olasılığı ortaya çıkmıştı. Oy sayımı devam ederken yaşadığı duygularını şöyle ifade etmişti:

-Allah bir daha o geceyi bana yaşatmasın!

Halbuki “seçim kaybetmek” de iyidir. İktidar değişiklikleri ülkeye fayda sağlar.

Mesela 1979 sonbaharında Senato’da üçte bir yenileme ve boşalan 5 milletvekilliği için yapılan seçimleri Adalet Partisi kazanmıştı. Ama hükümet değişikliği için fonksiyonel bir seçim değildi. Başbakan Bülent Ecevit “Halkın teveccühü AP’den yana” diyerek istifa etmişti.

12 Eylül ürünü Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) oylarının düştüğü dönemde seçim yasalarıyla oynayarak milletvekili sayısını artırmayı başarmıştı!

Şimdi aynı sağ gelenek iktidarda kalma adına olmadık düzenlemelere gidiyor. Öncekileri de yabana atamayız tabii… Anayasa referandumunda arkası mühürsüz oy pusulalarını Anayasa’ya aykırı olarak Yüksek Seçim Kurulu (Seçim sürerken) AKP’nin 16.00’da yaptığı başvuruyu 16.20’de kabul etmişti. Arkası mühürsüz oylar geçerli sayıldı, rejim değişikliği bu şekilde onaylandı.

1990’ların ikinci yarısında askerler (Ordu) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden (Kürt seçmenlerden) çok kaygı duyuyorlardı. Sistem partilerinin “bölgede” çok zayıf olmaları generalleri endişelendiriyordu.

O zaman kendiöce “bu kaygıları giderici” önerilerde bulunmuştum:

A-Sistem partilerine verilen 1 oy 2 oy sayılsın.

B-Kürtlerin 2 oyu 1 oy kabul edilsin.

C-Ama en garantisi Kürtler bir defaya mahsus olmak üzere bu seçimlere katılmasınlar! Yeter ki askerlerimiz kaygılanmasınlar.

Askeri vesayet dönemi Cemaat-AKP işbirliğiyle bitti. Fakat “kaygılar” baki kaldı.

AKP sivil aynı zamanda sandığı ve seçimi çok seven bir parti olduğu için “kaygı yelpazesini” ana muhalefet partisi de dahil bütün muhalif siyasi partilere, kitle örgütlerine, meslek kuruluşlarına kadar genişletti.

İktidar koalisyonu tarafından hazırlanan yeni seçim yasası, kamu kuruluşlarına alınacak hısım akraba ayrıcalıklı KPSS modeline çok benziyor. Fakat bunu yeterince “açık” yazamamışlar. O yüzden Anayasa hukukçuları bile işin içinden çıkamıyorlar. Tabii bunda hazırlayanların “üstün yetenekleri” de söz konusu. Takdirlerini sunanlar, haklarını da teslim ediyorlar:

-Bunların demokrasi damarı çatlamış!