Macron’nun parlamento içindeki ve dışındaki tartışmaları otoriter bir şekilde ele alması, ülkedeki siyasi temsilin özüne, yani ulusal egemenliğe yönelik bir saldırı olarak algılanıyor. Geleneksel bir sol hareketle karşı karşıyayız.

Demokrasi inkârı
Fotoğraflar: AA

Tomek SKOMSKI
Marion BEAUVALET

Popüler olmayan bir emeklilik reformunu uygulamaya koyan Emmanuel Macron'un şu sıralar başı ciddi belada. Hükümetler zaman zaman hatalar yaparlar ve bu sebeple başları da derde girer. Ancak bu kez Fransa Cumhurbaşkanı kendisini çok kötü bir duruma sokmuş durumda. Fransız ulusu derin bir yara aldı ve bu yara da kolay kolay iyileşmeyecek.

Çoğu Avrupa ülkesinde insanlar daha geç yaşta emekli olurlarken, emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltilmesi neden ulusal bir dram olsun ki? Standart Anglo-Amerikan görüşü, Fransızların ‘ekonomik dünyamızın gerçeklerine ayak uydurması’ gerektiği yönünde. Ancak Fransızlar bazen haklı çıkabiliyorlar ve muhtemelen Macron’un emeklilik reformuna karşı çıkmakta da haklılar.

REFORM

Kimi ekonomistler emeklilik yaşının 62 olduğu sistemin hala uygulanabilir olduğunu ortaya koymuştur. Ancak Fransa'da bazıları farklı bir soruyu da soruyorlar: Birçok Fransız işçi 60 yaşına gelmeden işten ayrılmak zorunda kalırken hükümet neden emeklilik yaşını 64 olarak belirlesin ki? Gerçekten de Fransa, 55 yaşın üzerindekiler için en yüksek işgücü dışı kalma oranlarından birine sahip.

Gerçek bir 'hayatın üçüncü dönemi' olarak görülen emeklilik fikri, insanların siyasi eğilimleri ne olursa olsun, sosyal sınıflar ve nesiller arasında derin bir şekilde yerleşmiş durumda. Fransa'da kabul gören görüşe göre emeklilik yaşının etkin bir 'üçüncü dönem' olabilmesi için çalışanların en azından on yıl boyunca anlamlı ve de verimli faaliyetlerde bulunabilecekleri kadar sağlıklı oldukları bir dönemde emekli olmaları gerekmektedir. Araştırmalar emeklilik döneminin daha iyi bir sağlık, daha az depresyon ve sağlık hizmetlerinden yararlanmada düşüş sağlama eğiliminde olduğunu göstermiştir.

Yine de emeklilik yaşının yükselmesi Fransız işçilerin öfkesini tam olarak açıklamıyor. Söz konusu reform, erken yaşta çalışmaya başlayan kadınları ve güvencesiz çalışanları olduğu kadar alt-orta gelirli çalışanları da vuracak olması nedeniyle son derece adaletsiz olarak görülüyor. Değişikliklerin Macron'un ikinci dönem için yeniden seçim kampanyası bildirgesinin bir parçası olduğu doğru, ancak öneri bırakın kamuoyunu, Ulusal Meclis'te bile çoğunluğu sağlayamadı. Dolayısıyla reform programına yönelik tartışmalarda bundan daha fazlası var. Hükümetin parlamento içindeki ve dışındaki tartışmaları otoriter bir şekilde ele alması, Fransa'daki siyasi temsilin özüne, yani ulusal egemenliğe yönelik bir saldırı olarak algılanmış durumda.

Fransız devriminden bu yana, halk egemenliğinin temel ilkelerinden biri olan 'ortak irade', ulusun temsilcileri tarafından kullanılmaktadır. Macron'un talimatları doğrultusunda hükümetin kasıtlı olarak görmezden geldiği ve hatta ayaklar altına aldığı şey tam da bu ulusal egemenliktir. İlk olarak, yaşananlar Macron için kişisel bir başarısızlıktır. Cumhurbaşkanı bundan önce 2019 yılında Fransa'nın emeklilik sistemini elden geçirmeye çalıştı. Ancak bu hamle yaygın bir muhalefetle karşılaştı. Macron bugün yasanın geçmesini sağlamış olabilir ancak siyasi gücü büyük ölçüde azaldı ve 'liberal modernleştirici' imajı yerle bir oldu.

İkinci olarak, reformun kabul edilmesini sağlayan yöntemin kendisi de tartışmalı. Hepsi de reforma karşı birleşmiş olan sendikalar, süreç boyunca hükümet tarafından açıkça görmezden gelindi. Başbakan Élisabeth Borne, protestolar ivme kazanmaya başladığında sendikalarla görüşmekten kaçındı. Parlamentodaki tartışmalar anayasadaki çeşitli hükümler kullanılarak asgari düzeyde tutuldu. Karmaşık bir tasarının parlamentonun alt kanadında görüşülmesi elli günden uzun sürmedi. Akabinde, muhalif gruplar tarafından sunulan binlerce yasa değişiklikleri de görmezden gelindi.

Sonuçta, mecliste mutlak çoğunluğa sahip olmayan Macron'un partisi tasarıyı geçiremedi. Genel olarak reformdan yana olan Cumhuriyetçiler de Macron'un azınlık hükümetini kurtarmayı reddetti. Ulusal Meclis'teki öfke gösterilerinin ortasında başbakan anayasanın 49. maddesine başvurarak yasayı oylama yapmadan geçirdi.

Bu maddeyi uygulamak her hükümet için bir zayıflık işaretidir. 49. maddenin 3. fıkrası hayal edilebilecek en parlamento dışı hükümdür; hükümete bir yasa tasarısını oylama yapmadan kabul ettirme yetkisini verir. Muhalefet ise, 49. maddenin 2. fıkrası uyarınca bir gensoru önergesi vererek bu uygulamaya karşı çıkabilir. Madde 49/3 tüm yetkiyi artık yasaları geçirmek için parlamentonun oyuna tabi olmadan yürütmeye devretmekte. Hükümetin yasayı onaylamak için mecliste çoğunluğa sahip olmaması nedeniyle 49/3'ün kullanılması kamuoyunu çileden çıkarmış durumda. Konunun hassasiyeti göz önüne alındığında, bu durum anayasa uzmanları tarafından 'demokrasinin inkârı' olarak değerlendirilmektedir.

Geçtiğimiz hafta merkezdeki partilerden oluşan küçük bir muhalefet grubu, Macron'un grubu ve Cumhuriyetçi milletvekillerinin çoğunluğu dışındaki tüm parti grupları tarafından oylanan bir gensoru önergesini parlamentoya sundu. Yapılan bu gensoru önergesinde bazı Cumhuriyetçi milletvekilleri saflarını bozarak diğer muhalefet partileriyle birlikte oy kullandı. Önerge, gerekli olan 287 oyluk çoğunluğun çok az bir farkla gerisinde kalırken, son oylamada hükümetin gensoru ile düşürülmesine sadece dokuz oy kaldı. Emmanuel Macron'un iktidarı artık pamuk ipliğine bağlanmış durumda.

16 Mart’tan bu yana Fransa’nın dört bir yanında kitlesel eylemler yapılıyor.16 Mart’tan bu yana Fransa’nın dört bir yanında kitlesel eylemler yapılıyor.

AŞIRI SAĞIN İVMESİ

Peki, bundan sonra ne olacak? Macron bu olay nedeniyle ciddi şekilde zayıflamış durumda. Sarı Yelekliler protestolarından bu yana kişisel reytingleri en düşük seviyede. Bu nedenle yeni bir seçime gidilmesi pek olası görülmüyor. Macron'a yeniden ivme kazandırmak için Borne başbakanlık koltuğunu bırakabilir. Sendikacılar ve STK temsilcileri Macron'u tartışmalı yasa tasarısını geri çekerek bir 'uzlaşma jesti' yapmaya çağırdı. Aksi takdirde şiddetin yayılmasından korkuyorlar.

Tasarıya karşı yapılan grev ve gösterilerde herhangi bir yumuşama belirtisi görülmüyor. Spontane gelişen sokak protestoları çeşitli şehir merkezlerinde şiddet ve yıkımlara yol açtı. Kurumsallaşmış gaddarlığı artık iyice kanıtlanmış olan Fransız polisi, 49/3 sayılı yasanın kabulünü takip eden hafta sonu itibariyle ülke çapında toplam yüzlerce kişiyi gözaltına almış bulunuyor. Ülkenin ana petrol rafinerisi kapandı ve Paris'teki çöp toplayıcıları greve gitti. Fransa'nın başkenti 1979 yılındaki grev dalgalarıyla boğuşan Londra'ya benziyor.

Acaba bu yeni bir sarı yelekliler hareketinin başlangıcı olabilir mi? Ne var ki, iki hareketin doğası birbirinden farklı. Sarı yelekliler, işçi sınıfı, alt orta sınıflar ve sol görüşlü insanların yanı sıra muhafazakâr ve aşırı sağa eğilimli, aşı karşıtı ve komplo teorilerine inananlar gibi toplumun çeşitli kesimlerinden ortaya çıkmıştı. Siyasi temsili reddeden, parti ve sendika karşıtı bir hareketti. Emeklilik yasa tasarısına yönelik hareket ise büyük ölçüde halkın desteklediği sendikalı işçileri bir araya getirdiği için daha geleneksel bir sol harekettir.

Sendikalar ve göstericiler Macron'un tasarısını yenilgiye uğratmış olsalardı, bu durum düşüşte olan solun siyasi şansını arttırabilirdi. Oysaki yasanın kabul edilmesi halkın öfke ve kızgınlığını daha da arttırabilir. Bu öfke ve kızgınlık halleri ise şiddeti ve bireyciliği beslemeye meyillidir. Kısa süre önce yapılan bir kamuoyu yoklaması, erken seçim olması halinde sadece aşırı sağcı Ulusal Birlik partisinin seçimlerde kazançlı çıkacağını gösterdi. Macron'un partisi ve aynı zamanda NUPES (birleşik sol) ise tam tersine oy kaybedecek gibi görünüyor. Yapılacak olan olası bir seçimde pek çok Fransız göz ardı edildiklerini ve kendilerine yalan söylendiğini düşünecektir. Popülist aşırı sağı her zaman güçlendiren elit karşıtı söylemi şiddetlendiren şey de tam olarak budur.

Cumhurbaşkanı Macron'un konuya mesafeli yaklaşımı ve otoriter tutumu ile Başbakan Borne'un kırılgan teknokratlığı Fransa'yı uçurumun kenarına getirmiş durumda. Bu kez siyasi temsili küçümseyen Sarı Yelekliler değil bizzat Macron'dur. Kendisi emeklilik reformu tartışmaları boyunca sendikaları, göstericileri ve muhalefet milletvekillerini açıkça görmezden geldi. Tasarıya çok açık bir şekilde karşı çıkan Marine Le Pen ise Fransızların Macron'un reformuyla 'dolandırıldığını' belirterek yangına körükle gitmekten memnuniyet duyuyor gibi görünüyor.

Ortaya çıkan bu durumun olası sonuçları endişe vericidir. Macron 2017'de ve 2022'de faşizme karşı bir 'siper' olarak konumlanarak seçildi. Macron'un 2017’de ilk kez seçilmesinden bu yana Le Pen'in partisi giderek güçlendi. Görevdeki cumhurbaşkanı sağlıksız bir demokrasiyi canlandırmak ya da Fransız elitlerinin çoğulculuğa ve canlı bir sivil topluma olan nefretini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmadı. Macron'un cumhurbaşkanlığı döneminde ana akım siyasi partiler hızlı bir düşüş yaşarken aşırı sağ tehlikeli bir şekilde ilerledi. 2027'de gerçekleşecek olan seçimde Le Pen'in zaferine şimdiden boyun eğdiklerini ifade eden Fransız akademisyen, gazeteci ve siyasetçilerin sayısında da çarpıcı bir artış görünmekte.

BirGün Çeviri Kolektifi tarafından Tribune Mag’den çevrilmiştir.