‘Muhafazakâr demokratlık’tan kasıt demokratlığı muhafaza etmek değilse eğer, muhtemelen adına ‘demokrat İslamcılar’ denen, tanımı muğlak bir gruptan bahsediliyor.

İslam’ın kendinden olmayana (konjonktür dahilindeki) uygulamaları herkesin malumuyken, Türkiye’deki zamanın yeni dalgasıyla yükselmek isteyenlerin ilk tutunduğu dal, “İslam’ın aslında dogmatik ve emredici bir din olmayabileceği” argümanı (sanrısı) olmuştu.

Neoliberal hegemonyanın hüküm sürdüğü eski-yeni Türkiye’de İslam’ın aslında özgürlükler dini olduğu, özgürlük söylemini tekelinde bulunduran ‘aydınlarca’ sık sık tekrarlanırken, üstelik henüz 2010 referandumu rüzgârı bile başlamamışken, Richard Dawkins'in ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitabının yayıncısına ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek veya aşağılamak’ suçlamasıyla dava açılmıştı.

Kuzey Yayınları sahibi Erol Karaaslan, 2 Nisan 2008'de beraat etti. Bir yıl sonra aynı gerekçeyle, aynı mahkemede, Karaaslan’a ikinci dava açıldı.
Her iki dava da şikâyet üzerine açılan soruşturmalarla başladı, ‘dine, Allaha, peygamberlere hakaret ettiği’ iddia edildi.

Kitap hakkında, “iğrenç”, “sahte”, “itici”, “kabile inancı”, “uyuşturucu”, “ayrılık yaratan bir güç”, “zararlı”, “kötülüklerin kaynağı”, “bölücülük” gibi ifadeler bulunduğu gerekçesiyle 1 Kasım 2007 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştu. Karaaslan ilk davada İslam’ı, ikinci davada Tevrat’ı ‘aşağılamaktan’ yargılandı. Savcılar ve mahkeme kanuna bu kez uydu da, beraat etti.

Referandum geldi geçti, liberallere de özgürlük söylemlerine de ihtiyaç kalmadı.

Bu arada yüzlerce ‘dini aşağılamak’ davası açıldı.

Örneğin Haziran 2012’de Fazıl Say’a, Ömer Hayyam dizelerini tweet’lediği için ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama’ suçlamasıyla dava açıldı; 1,5 yıla kadar hapsi istendi.

Savcı Erhan Gülcan'ın hazırladığı iddianameden: “Say'ın davaya konu tweet’lerini, ifade özgürlüğü çerçevesinde bir eleştiriden ziyade insan ilişkilerinin gelişmesine yarayan kamusal tartışmaya hiçbir katkıda bulunmayan ve üç büyük dinin mensuplarının ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini nedensiz yere inciterek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazdığı kanaatine varıldığı…”

Bu iddianame sıradan bir suçlama değil; devletin, hükümetin, iktidarın ve bir İslam devleti olarak Türkiye’nin zihniyetini bire bir özetleyen bir manifesto (Zaten Fazıl Say’a da hapis cezası verildi).

Turan Dursun’un vurulduğu, Madımak’ta aydınların göz göre göre yakıldığı memlekette, İslamcılığın bize henüz nasıl özgürlük getireceğini anlayamayanların umutsuzluğu Gezi Direnişi ile sona erdi. Çabuk geçen güzel günlerin ardından da İslami faşizm maskesini indirdi.

Faşizm sınırları aşarken İslam Devleti (IŞİD) Paris’te, Charlie Hebdo mizah dergisine saldırdı, 12 kişiyi öldürdü. Türkiye’de Muhammed peygamberli Charlie Hebdo kapağını bastıkları için yargılanan Cumhuriyet gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya iki yıl hapse mahkûm edildi.

Şimdi laiklik tartışıyoruz.

Savcı Gülcan, ‘hislerin nedensiz yere incindiğini’ düşünerek Fazıl Say’a dava açmıştı.

Tophaneliler de ‘içki içenler hislerini incittiği için’ lince kalkıştı. Dükkânı içindekilerle birlikte yakmadıkları için minnettar kaldık. Savcılar, hâkimler saldırganları serbest bıraktı.

Aynı savcılar muhtemeldir ki, Tophane saldırısını eleştirenler hakkında ‘dini değerleri aşağılamaktan’ iddianame hazırlıyordur.

Laikliğin katı, sıvı, gaz hallerini tartışırken ‘İslami demokrasiden’ öleceğiz.