Bir kaç yazıdır umut kavramı üzerinde duruyorum. Bu yazıda da demokrasi ve umut konusunda bir şeyler yazayım istedim; bunda, bu konuda yayınlamış bir raporun da payı var.

Demokrasiye ilişkin umudun 20. yüzyılın ikinci yarısında epeyce yeşerip büyümesine karşın, 21. Yüzyılın başlangıcında bu konuda hayli hayal kırıklığı yaşandığı biliniyor.

IDEA’nın (International Institute for Democracy and Electoral Assistance) hazırladığı “Demokrasinin Küresel Durumu-2017” adlı raporu ise, aşağıya ve yukarı doğru hareketlenmeler olsa da, demokrasinin yaşama ve uyum kabiliyeti konusunda umutlu olmak gerektiğini söylemekte.

IDEA, demokrasiyi, temelde karar vericiler üzerinde toplumsal bir kontrolün olduğu, kontrol edenler arasında da siyasal eşitliğin bulunduğu bir rejim olarak tanımlamakta. İdeal bir demokrasiyi de, temel özgürlüklerin ve eşitliğin garantiye alındığı, sıradan insanı güçlendiği, uyuşmazlıkların barışçı diyaloglarla çözümlendiği, farklılıklara saygı gösterildiği, sarsıntılara meydan vermeden siyasal ve toplumsal yenilemelerin yapıldığı bir sistem olarak görmekte.

Bu anlayışla, Raporda 1975-2015 dönemi ve 155 ülke incelenirken, demokrasinin durumu yalnız seçimler ve parti sayısına bakılarak değil beş gurupta toplanan niteliklere göre ele alınmış.

Beş temel gurupta toplanan nitelik nitelikler şöyle: Temsili hükümet (serbest seçim, genel oy hakkı , çok parti serbestliği, seçilmiş hükümet); temel haklar (adalete ulaşım, sivil özgürlükler, sosyo-ekonomik haklar); hükümeti kontrol (,etkin parlamento, yargı bağımsızlığı, özgür medya); tarafsız yönetim (yolsuzlukların olmaması, yaptırımların önceden bilinmesi); katılma eğilimi (sivil toplum katılımı, seçimlere katılım, doğrudan demokrasi, yerel yönetim seçimleri).
Özetle, demokrasi tanımı ve değerlendirdiği boyutlar hayli ayrıntılı; bu nedenle yapılan saptamalar da önemli. Farklı niteliklerde farklı gelişmeler saptansa da genel olarak umutlu ve iyimser bir sonuca varıldığı da söylenebilir.

Örneğin 1975 sonrası en önemli ilerleme temsili demokrasiyle yönetilen ülkelerdeki artış... 1975’de temsili demokrasiyle yönetilen ülkelerin sayısı 46 iken, 2016’da bu sayı 132’ye çıkmış. Buna karşın, ülkelerin üçte biri hala otokratik hükümetlerin elinde...

Benzer bir gelişme “katılım eğilimi” konusunda da görülüyor. Genel olarak, hemen her bölgede seçimlere katılım, sivil topluma katılımda artış var.

Buna karşın, bu dönem içinde yerinde sayan, gelişme göstermeyen nitelikler de var ki, demokrasi konusundaki hayal kırıklıkların önemli nedenleri de buralarda.

Örneğin tüm dünyada temel hak ve özgürlükler konusunda genelde bir gelişme görülse de, sosyo-ekonomik haklar açısından değişen bir şey olmadığı söylenmekte. Yani bu haklar açısından kazanımlar 1975’de nasılsa, hala öyle!...
Hükümetleri kontrol konusunda da, 2005’e kadar bir iyileşmeden, sonrasında bir duraklamadan söz edilirken, “tarafsız yönetim” konusunda 1975’den buyana hiç bir gelişme/iyileşme yaşanmadığı belirtilmekte.

Bu nedenle Raporda, tüm dünyada demokrasiye ilişkin hoşnutsuzluğun temel nedeninin bununla ilgili olduğu söylenmekte. Geç de olsa durmadan yeni bir yolsuzluğun ortaya çıktığı ve kamu hizmetlerine ulaşımın giderek güçlendiği günümüz için, başka bir şey söylemek de mümkün değil!

Türkiye ile ilgili saptamalar ise, bilindiği gibi!... Hükümeti kontrol, temel hak ve özgürlükler, bağımsız yargı, özgür medya, tarafsız yönetim, sivil toplumun katılımı gibi demokrasinin birçok niteliği açısından 2002 sonrasında aşağıya doğru gidiş söz konusu...

Bilinen bu gerçekleri tekrarlamak yerine, demokrasinin anlamı ve demokrasi umuduyla ilgili bir kaç şey söylemek daha anlamlı olacak..

Demokrasinin Küresel Durumu hakkındaki bu Rapor’un, bazı nitelikler açısından karamsar göstergelerden söz etse de, demokrasinin geçmişe göre daha gelişmiş ve iyi durumda olduğu gibi umutlu bir sonuca vardığı ortada. Buna karşın, sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve sosyal dışlanma konusu ile demokrasi arasındaki ilişkileri irdelediği son bölümde hayli düşündürücü ve kaygı verici göstergelerden söz edilmekte ki, daha önemli.

Bu konu, demokrasiyi nasıl anladığımız, demokrasiden ne beklediğimizle de ilgili.

Örneğin Raporda da verilen tanımdan yola çıkarak, “sıradan insanın güçlenmesi” gibi bir nitelik üzerinde durursak, birçok ülkede demokrasinin bu niteliği gerçekleştirmediğini kabul etmek gerekir. Oysa bu nitelik önemli; çünkü, demokrasinin halkın yönetimi olması, hükümetlerin kontrol edilebilmesi, tarafsız bir yönetimin sağlanması, bireyin ve toplumun demokrasinin güvencesi için çaba harcaması gibi özellikleri ancak güçlü bireylerin ve güçlü sivil toplumun olduğu koşullarda bekleyebiliriz.

Peki birey ve toplum nasıl güçlenir? Bireyin ve toplumun güçlenmesi açısından temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınmasından hukuk devletine kadar çok şey sayılmakta ama tüm bunların farkında olması ve kullanabilmesi için insanın eğitimden geçim düzeyine uzanan sosyo-ekonomik koşulları ihmal edilmekte. Çünkü, liberal demokrasi anlayışı açısından siyasal eşitlik ve biraz da fırsat eşitliği yeter!...

Oysa, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin yol açtığı siyasal eşitsizlikler gani ve sosyo-ekonomik eşitsizlik ve adaletsizliklerin demokrasiyi güçlünün elinde kullandığı araca dönüştürdüğü de ortada. İşte, bizim gibi ülkelerde “popülizme” dönüşen demokrasi!... Şimdi de, popülist demokrasinin gelişmiş ülkelere bile bulaştığı gerçeği!...

Raporun son bölümünde, büyük eşitsizliklerin toplumsal dengesizlik ve adaletsizliklere yol açması gibi demokratik kültürü de gerilettiği, demokrasinin yaşaması açısından vazgeçilmez kurum ve ilkelerin altını oyduğu belirtilmekte. ancak sosyo-ekonomik eşitsizliklerin küresel sistemin ve politikaların sonucu olması konusuna hiç girilmemekte.
Asıl soru da, demokrasinin bu konuda umut olup olmayacağı!...