Hemen hemen herkes “illa ki yeni bir anayasa” diyor; daha demokratik bir rejim için: Demokrasi, yasayla/anayasayla kurulmaz.

Hemen hemen herkes “illa ki yeni bir anayasa” diyor; daha demokratik bir rejim için: Demokrasi, yasayla/anayasayla kurulmaz.

Demokratikleşme bir süreçtir; insanların, önlerine çıkan engelleri aşması, yıkıp devirmesi şeklinde varlık kazanır; yoksa baştan bir defada vaz’edilmiş ideal bir toplum modelinin içini doldurmak suretiyle değil.

Seçim barajını kaldırmak; ön seçim, tercihli oy pusulası ve milletvekiline seçmen denetimi getirip lider sultasını yıkmak; seçim bölgelerini seçmen/vekil oranını her yerde eşit kılacak şekilde yeniden düzenlemek: Bunlar, kendi başlarına demokrasinin kendisi değil, ama insanların demokratikleşme yönünde yola çıkabilmelerinin ön koşullarıdır ve bunları yapabilmek için, değil yeni bir anayasa, en ufak bir anayasa değişikliğine bile ihtiyaç yoktur.

AKP, yeni bir anayasa yapmaya girişmeyi seçimlerde 367 milletvekili çıkartma koşuluna bağlamıştır; niyeti, kendi anayasasını doğrudan meclisten çıkartabilmektir: Değil 367, isterse 550 milletvekili çıkartsın, barajlı seçim ve lider sultası ortamında oluşmuş bir meclisin yapacağı bir anayasa, peşinen gayri meşrû olacaktır.

Böyle bir anayasanın dayatılması, toplumu bir iç savaşa bile götürebilir. AKP, belki de böyle bir ihtimali zaten ön görmekte ve göze almakta olduğu içindir ki, bir yandan halkın  silahlanmasını  -tabiî, kendi kontrôlü altında-  kolaylaştırıp yaygınlaştırmanın zeminini hazırlarken, sözleşmeli erlik ve sınır güvenlik birlikleri adı altında kendi alternatif ordusunu kurmanın peşine düşmüştür.

Başbakan, halkı örtünüp örtünmemekten alevî olup olmamaya her konuda kamplaştırmaktan çekinmezken, işi, sigara içenleri eşkıya, içki yasaklarına karşı çıkanları ise gençliği alkolizme sürüklemek isteyen halk düşmanları ilân etmeye kadar da götürmüştür.

Seçimleri bir kazansınlar, yeni anayasayı en geniş katılımlı bir biçimde halkın kendisi yapacakmış: Bunları söyleyen, vatandaşların eşit seçme-seçilme hakkını gasp edip oyların neredeyse yarısının meclise yansımamasına yol açan bir sistemde iktidar olmayı içine sindirmenin ötesinde, bu hâllerine bakmayıp ‘halkın oyuyla iktidar olmak, sandık, millî irade’ gibi sözleri telaffuz etmeyi de kendilerine hak görebilen bir zevattır.

Başbakan, DTP’ye verilmiş oyları şaibeli ilân etmekten de çekinmemiştir. Bu, her şeyden önce kendi iktidarının meşrûluk temelini kendi elleriyle dinamitlemek demektir; zira, kendisi de seçmenin oyuyla iktidara gelmiştir ve oyun şaibelisi-şaibesizi diye bir ayırım yapılacaksa, seçim öncesi insanlara rüşvet dağıtan, hizmet götürüp götürmemek üzerinden şantaj yapanlara verilmiş oydan daha şaibelisi olamaz. Ayrıca, vatandaşın oyunu şaibeli kılan koşullardan şikayet etme hakkına en son sahip olan da yine AKP’nin kendisidir; zira iktidardadır, hem de neredeyse dokuz yıldır: Şikayet ettiği durumu izale etmekle yükümlü, devamından da sorumlu olan bizatihi AKP’dir.

Buradaki, tam tamına arabesk bir numaradır: Mağduru oynamak. Zaten AKP de, arabesk de aslında aynı ortamda yeşerip destek bulmuş ve yapılarını biçimlendirmişlerdir: Büyük şehir, daha doğrusu İstanbul varoşları. Bunlar “itildim kakıldım, mağdurum” derler; buna dayanarak da “peşinen alacaklıyım/haklıyım, öyleyse her şey benim hakkım”. İşte bu yüzden de, güçleri yettiği anda/ellerine güç geçtiği ölçüde yönelecekleri ilk şey ihkak-ı hak olacaktır: İhkak-ı hak; yani, kendine hak gördüğün her ne varsa doğrudan kendi elinle yapmak, bizzat el koymak. Bunların gözünde hukuk artık, mümkünse hiç ka’le alınmayacak; olmadı, etrafından dolanarak fiilen bertaraf edilecek gereksiz bir engelden başka bir şey değildir: Çıktıkları gecekondudan çıkarttıkları yasalara, her şeylerinde mutlaka ve mutlaka ya bir kaçaklık olacaktır ya da bir kaçamak.

Hukuk karşısındaki tavrı bu olanın, yargıyı da hak kavramı ve adalet duygusundan tümüyle bağımsız bir araç olarak görüp kullanmayı deneyeceği açıktır: İşine geleceğini sandığında Habur’da gerillanın ayağına mahkeme gönderip, açıkça “pişman değilim” diyeni ‘etkin pişman’lıktan serbest bıraktırır; başka bir oyun bağlamındaysa KCK operasyonları düzenletip silahtan en uzak insanları yargısız hükümsüz zindanlara tıkmaktan çekinmez. Buradaki oyunun bir ayağı daha vardır: AKP’nin düzenlemesi ve zamanlaması gereği Hizbullahçılar serbest bırakılır ve devletin elinde tahayyül-ötesi izleme/dinleme/görüntüleme olanakları var ve bunlar hiçbir sınır tanımaksızın sonuna kullanılır iken, bu mütedeyyin zevat göz göre göre ortadan kaybedilip ‘şaibeli oylar’ diyarına salıverilirler.

Hesap ortadadır: KCK kilit/baskı/tehdit altındayken, katillerin en canavarları aracılığıyla halkı sindirip AKP’ye sığınmak zorunda bırakmak.  Kısacası, bunlar için önemli olan, demokrasi temelinde bir barış ve huzur ortamı değil, başta Kürt özgürlükçüleri olmak üzere ülkenin bütün demokratik güçlerini hepten teslim almaktır.

Bu uğurda neleri göze alıp ne numaralar çevirebileceklerine de, inşallah haftaya değiniriz.