‘İnsanlığın Efendileri’, yaşadığımız dünyada olup bitenler karşısında büyük hayal kırıklıkları yaşamamak, hiç de insani olmayan gelişmelerin daha derinde işleyen mekanizmaların sonucu olduğunu kavramak için iyi bir fırsat

Demokrasinin içinin boşaltılmasına dair

ABDÜLBAKİ KURTULMUŞ

Yakınlarda BGST Yayınlar’ından çıkan Noam Chomsky’nin “İnsanlığın Efendileri” adlı kitap, seçkinlerin halkı yönetme mekanizmaları hakkında değerli perspektifler sunuyor.

“İnsanlığın Efendileri”, Noam Chomsky’nin 1969-2013 yılları arasında daha önce yayımlanmamış makaleleri ve konferanslarından oluşuyor. Bu makale ve konferanslarda modern çağda entelektüellerin rolü, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’de kurulan “refah devleti”, seçkinlerin halkın “rıza göstermeden razı olmasını” nasıl sağladığı, bir propaganda aygıtı olarak medya ve insan türünün ekolojik krize yol açan kapitalizmden sağ çıkıp çıkamayacağı gibi temalar işleniyor.

Kitapta özellikle ufuk açıcı analizler arasında, Chomsky’nin entelektüel sınıfına (“entelijansıya”) ve Batılı toplumlarda demokrasinin içinin nasıl boşaltıldığına dair görüşleri dikkat çekiyor.

İlk tema ağırlıklı olarak “Bilgi ve İktidar: Entelektüeller ve Refah-Savaş Devleti” isimli makalede, ikincisiyse “Rıza Göstermeden Razı Olmak: Teoride ve Uygulamada Demokrasi Üzerine Düşünceler” adlı makalede ele alınıyor. Bununla birlikte diğer bölümlerde de aynı temalara sık sık değinildiğini görüyoruz.

Genel eğilimin aksine Chomsky “entelektüel popülizmi” yapmıyor. Ünlü düşünür entelektüeli daha çok gelişmiş kapitalist ülkelerde yerine getirdiği işlevle tartışmayı tercih ediyor. Foucault’un da belirttiği gibi, teknolojik gelişmelerle ve iktidarın merkezileşmesiyle birlikte farklı tipte bir entelektüel sınıfla karşı karşıya kalıyoruz. Bu entelijansiya, bilgisi ve teknik becerileri sayesinde kendisini kapitalist sınıfa pazarlayabiliyor ve ülke yönetiminden pay talep ediyor. İşte N. Chomsky ABD’de yeni entelijansiyanın yükselişini bu çerçeve içinde değerlendiriyor.

ABD’de yeni entelijansiya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında silahlanma ve uzay yarışı gibi alanlara büyük sübvansiyonlar sağlayan ve böylelikle “ekonominin sağlığını koruyan” son derece merkezileşmiş bir devlet yapısının ortaya çıkışına paralel olarak gelişiyor. Bu yeni yapılanmada, bir yandan vatandaşların vergileriyle uluslararası şirketler desteklenirken diğer yandan da bu karmaşık aygıtın yönetilmesi ve vatandaşların silahlanma ve uzay yarışı politikalarına ikna edilmesi gerekiyor.

Yeni entelijansiya işte bu ikili görevi yerine getirmeye talip oluyor: Bilgisini ve teknik becerisini sistemin emrine vererek “refah toplumu”na özgü karmaşık yönetsel işlevleri yerine getirmek; diğer yandansa kamu kaynaklarının silahlanma ve uzay araştırmalarına yatırılmasını hakılaştırmak için halkın bir dış düşman karşısında korkuya kapılmasını sağlamak.

Böylelikle yeni entelektüel sınıf, kelimenin tam anlamıyla, bir “toplum mühendisliğine” soyunmuş oluyor. Amerikan entelijansiyasının üstlendiği bu rol bazen son derece yıkıcı biçimler alabiliyor. Örneğin bazı siyaset bilimciler Vietnam Savaşı’nı icat ettileri “kontrgerilla savaş stratejileri” için bir test alanına dönüştürmeye çalışıyorlar.

Noam Chomsky yeni entelektüellerin “toplum mühendisliği” işlevinden hareket ederek ilginç paralellikler kuruyor. Ekonomik ve siyasi gücün merkezileştiği toplumlarda sistem adına halkı yönetmeye meraklı yeni entelijansiya ile krizlerle boğuşan toplumlarda halka devrimci amaçlar için “öncülük” eden radikal entelijansiyanın gerçekte benzeştiğini ileri sürüyor. Zira Chomsky’ye göre her iki katman için de temel hedef aynı: Halkta yönetim mekanizmalarına katıldığı veya en azından taleplerinin dikkate alındığı yanılsaması yaratarak halkı yönetim mekanizmalarından dışlamak ve fakat “onun adına” arzu edilen bir toplum düzeni kurmak. Chomsky’nin bu argümanı dikkate alınmaya değer, çünkü en azından yaygın bir olgu tarafından doğrulanıyor: Ülkemizde de gördüğümüz gibi, kapitalist ve sosyalist entelijansiya arasında şaşırtıcı geçişler yaşanıyor.
Buradan ikinci temaya geliyoruz: Batılı toplumlarda demokrasinin içinin boşaltılması. Chomsky, her zamanki gibi, seçkinlerin hizmetindeki ideologlardan bol bol alıntılar yer yaparak egemenlerin gözünden halkın nasıl görüldüğünü aktarıyor: “Halk kendisi için neyin iyi olduğunu ayırt etmekten aciz, cahil ve üstelik tehlikeli bir sürüdür”. Bu nedenle mümkün olduğunca karar mekanizmalarının dışında tutulmalı ve kendi örgütlenmeleriyle kamusal politika alanına girmesi önlenmelidir. Örneğin ABD’de 60’lı yıllarda Siyahi Hareket’in ve Vietnam Savaşı’na karşı barış hareketinin güçlenmesi söz konusu ideologlar tarafından “demokrasinin krizi” olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla 1960’ların sonlarından bu yana seçkinler bu “demokrasi krizi”ni ortadan kaldırmak için büyük çaba sarf ediyorlar.

Bu çaba birkaç boyutta kendini gösteriyor. Bunlardan biri, politik sistemin halkın değişen tercihlerinden neredeyse hiç etkilenmeyecek şekilde dizayn edilmesi. Bunu başarmanın bir yolu, sunduğu vaatler ne olursa olsun seçimleri kazandığında yerleşik düzenin temel programını uygulayacak partilerden oluşan bir politik sistemin inşası. Buna koşut ikinci yol ise, ekonomik sistemin, politik arenadaki iniş çıkışlardan, gürültüden patırtıdan bağımsız işlemesini sağlayacak şekilde merkezileşmesi; bunun için de ekonomik gücün çok az sayıda aktörün elinde toplanması.

Sonuçta ekonomik sistem, Chomsky’nin “artık piyasadan ve rekabet halindeki özel girişimcilerden bile bahsetmenin anlamsızlaştığını” söylediği bir kimliğe bürünüyor. Uzun süreden beri Amerikalı kapitalistler sadece, hangi sektöre yatırım yaparlarsa kamu fonlarını daha kârlı şekilde kullanabilecekleri üzerine kafa yoruyorlar. Örneğin federal devlet ilaç sanayine, biyo-teknoloji ve genetik araştırmalarına olduğu gibi silah sanayine de büyük kaynaklar aktarıyor. Bu durumda kapitalistler açısından sorun, gelecekte “yaşam bilimleri”nin mi yoksa “ölüm bilimleri”nin mi daha kârlı olacağını tahmin etme başarısına indirgeniyor. Devletin ihalelerle, araştırma geliştirmeye büyük kaynaklar ayırmak ve giriştiği yatırımları kârlı hale getirdikten sonra özel sektöre devretmek yoluyla ekonomik canlılığı sağladığı bu sistemde “piyasa risklerinden” ve “rekabetten” bahsetmek gerçekten de anlamsızlaşıyor. İşte bu yüzden Noam Chomsky Batılı ülkelerdeki sisteme “devlet kapitalizmi” adını veriyor.

Fakat diğer yandan özel girişimciliğin ve serbest piyasanın erdemlerinin de yüceltilmesi gerekiyor ki devletin ekonomiye pekâlâ müdahale ettiği, üstelik bu müdahaleyi halkın temel gereksinmelerini karşılamak yerine dev şirketleri “piyasanın kaprisine” terk etmemek için yaptığı gözlerden saklanabilsin. Bu işlevi de ideolojik aygıtlar diyebileceğimiz medya, prestijli dergiler, üniversiteler ve düşünce kuruluşları yerine getiriyor. Bu aygıtlarda da karşımıza yine entelektüel kadrolar çıkıyor.

“İnsanlığın Efendileri”, yaşadığımız dünyada olup bitenler karşısında büyük hayal kırıklıkları yaşamamak, hiç de insani olmayan gelişmelerin daha derinde işleyen mekanizmaların sonucu olduğunu kavramak için iyi bir fırsat.