Demokrasiyi, ortaya konan sandığa zarf atmaktan ibaret gören bir anlayış var. Mesele kimin kiminle ittifak yapıp yapamayacağına, kimin kimden oy kapıp kapamayacağına kilitli. Son üç yıldır da seçim sandıklarına, vatan savunur gibi sahip çıkılması gündemde. Oy çuvallarının üzerinde sabaha kadar nöbet tutmanın gerekli olduğu bir atmosferde, demokrasi için daha fazlasına ihtiyaç duyduğumuz yeteri kadar açık değil mi? Sistem değişikliğine sebep olan referandumda mühürsüz oylar sayılmadı mı? Sonucu beğenilmeyen seçimler iptal edilmedi mi? Kediler trafoları patlatmadı mı? Bir ülkede seçim yapılıyor olmasının o ülkenin demokratik değerlere sahip olduğu anlama gelmeyeceğini açık seçik ve bolca deneyimlemedik mi?

***

Askeri darbelerle zaten çokça yara almış olan Türkiye demokrasisi, sağlıklı çalışabilmesi için ihtiyacı olan bağımsız medya, güçlü sivil toplum örgütleri, akademi ve meslek odaları gibi araçlardan yoksun tutularak sistematik olarak zayıflatılıyor. Ancak keyfi görülebilecek her karar ve davranışa meşruiyet kazandırdığı düşünülen seçim sandığı mutlaka kuruluyor ve sonuç da kutsal sayılıyor. Mahallenizdeki korunun imara açılmasını istemiyor musunuz? Şehrinizin böğrüne saplanmak istenen ultra-hiper-mega kanal projesine karşı mı çıkıyorsunuz? Gece 00.00’dan sonra ülkedeki müziğin fişinin çekileceği haberine tepki mi gösteriyorsunuz? Siz yoksa sandığa saygı duymuyor musunuz?

***

Çözüm üretmekle görevli olan siyasetin iktidarı ve muhalefetiyle birlikte, her sorun karşısında halka sandığı işaret etmesi bir sandık fetişizmine sebep oldu. Alınan yetkinin doğru ve yararlı şekilde kullanıp kullanılmadığını halk adına denetlemekle görevli tüm kurum ve yapılar bilinçli bir şekilde yıpratıldı. Böylece sandıkta tercihini belirten halk, denetim gücünü tamamıyla iktidara teslim etmiş birer itaatkâra dönüştürüldü. Bunun insanlar üzerinde yol açtığı çaresizlik ve sıkışmışlık hissini tersine döndüremeyen herhangi bir siyasi hareketin başarı elde etmesi gittikçe zorlaştığı gibi, “ilk seçimde gidecekler” söylemi de öfkeyi kabartıyor.

***

Muhalefetin bu yapılırsa, şu söylenirse iktidara yarar tarzındaki çekimser duruşu; başta yoksulluk olmak üzere her geçen gün çığ gibi büyüyen sorunların altında ezilen halkın öfkesine de, sabırsızlığına da uyum göstermiyor. Konuşma, yazma, katılım alanları daraltılan; keyif, neşe, yaratıcılık araçları azaltılan; düşünme, üretme, dayanışma ağları engellenen insanlar bizzat iktidar tarafından güvenliği ve geçerliliği şaibeli hale getirilen seçim süreçlerine kitlenmiş bir gelecekten umut çıkartamaz durumda. Halkın, sandıktan bir sonuç alacağına dair güven duyması için el konmuş demokrasiyi parçalara bölerek değil, bütünüyle ve Anayasa’nın da işaret ettiği her itiraz yolunu sahiplenerek savunmak gerekiyor.

***

Hafta başında, halkın Fransa’da yapılan bölgesel seçimlere katılım oranı yüzde 33.9 olarak açıklandı. 18-24 yaş arasındaki nüfusun sandığa gitmeme oranı ise neredeyse yüzde 90! Tablo, seçmenin yeri geldiğinde kötünün iyisini seçmek konusunda kendini hiç de zorunlu hissetmediğini kanıtlar nitelikte. Gençlerin ezici bir çoğunlukla oy vermemiş olması, Türkiye muhalefetinin öfkesiyle sandıkları patlatacağını düşündüğü ‘Z’ kuşağının olası tavrına yönelik de önemli bir uyarı olarak okunmalı. Sandığa yansıması umulan demokrasi, iki seçim arası yürünen yolda inşa edilir. Keşke kantinde çay içerken başımıza konan bir talih kuşu olsaydı ama değil işte. Eller temsili demokrasiyi tartışacak noktaya gelmişken, bize de teslim ettiğimiz özgürlüğümüzü geri alma mücadelesi düştüyse e #Hadi!