ABD’de gazetecilik yapan Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle yaşanan kriz, Donald Trump’ın diğer ülkelerdeki demokratik politikalara ve insan hakları meselelerine yönelik umursamazlığının sonuçlarına çarpıcı bir örnek

Demokrasiyi terk etmenin bedeli

David Madnicoff

Amerika’nın on yıllardır sürdürdüğü dış politika söyleminden sapması tartışmalarda pek yer bulabilen bir konu değil. Ancak uzmanlık alanıma giren Ortadoğu özelinde konuşacak olursak, Trump’ın siyasi sapmasının, bireysel özgürlüklere ve güvenliğe yönelik bu tip çirkin saldırılara kapı açtığını düşünüyorum.

Trump’ın dış politikası genellikle geçmiş Amerikan uygulamalarından “sapma” anlamına gelen diğer iki uygulaması açısından eleştirildi: Birincisi, Trump ABD öncülüğünde kurulan İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin temel taşlarını görmezden geldi; Batı demokrasileri arasındaki köklü ittifakları ve küresel serbest ticareti reddetti. İkincisi, otoriter liderlere düşkün bir görüntü sergiledi – bu liderler arasında Amerika’nın çıkarlarının altını oyan Rus lider Vladimir Putin de var. Fakat Trump yönetiminin demokrasiye ve sivil haklara verilen desteği bir kenara bırakması hem Ortadoğuluların, hem Amerikalıların çıkarlarına zarar veriyor. Geçmişte ABD’li liderler ve hükümet yetkilileri diğer ülkelerdeki siyasi haklara ve hükümetlerin hesap verebildiğine ilgi gösterirlerdi. Yine de bunların önüne genelde jeopolitik güçten ve doğal kaynaklardan doğan çıkarlar geçerdi.

Tutarsız ve ikiyüzlü
ABD’nin Orta Doğu’da demokrasiyi ve hakları görmezden gelmesinin dikkatlerden kaçmasının sebebi, Washington’ın bu konuda yıllar boyunca sergilediği tutarsızlık ve iki yüzlülük olabilir.

ABD İkinci Dünya Savaşı sonrasında süper güç haline gelmeden önce, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler bir yandan demokratik değerlerden dem vuruyor, bir yandan Ortadoğu’da kolonicilik faaliyetlerine girişiyorlardı. Neticede, Batılı liderlerin “siyasi değerler” söylemleri, bölgede “yerel şüpheyle” karşılanır oldu. ABD’nin söylemiyle ters düşen uygulamalara imza atmasına örnekler arasında; bölgede darbeler gerçekleştirmek (İran’da 1953’te yaptıkları), liderleri koltuklarından indirmek (Irak’ta 2003’te yaptıkları) bulunuyor.

Demokratikleşmenin ve insan haklarını desteklenmesi, en iyi zamanda bile, Orta Doğu’daki “çok sayıda hedeften” yalnızca biri olmuştur. Şüpheci yaklaşacak olursak, demokratikleşme söylemi Soğuk Savaş sonrasında hedeflenen emperyalist politikaların örtbas edilmesi için kullanılmıştır diyebiliriz.

Ancak şu günlerde, “bölgede siyasi özgürlüğün desteklendiği” algısını yaratma çabası dahi bir kenara bırakılmış bulunuyor.

Putin’i ya da Sisi gibi baskıcı liderleri eleştirmekten neden kaçındığı sorulan Trump’ın yanıtı “Bizim ülkemiz çok mu masum?” olmuştu. ABD’nin muhalifleri bastıran diğer ülkelerden farklı olduğunu kabul etmeyen Trump, ülke dışında demokratik değerlerin desteklenmesi projesini topyekun bir kenara bırakıyor. Şunu açıkça ifade edeyim; Ortadoğuluların siyasi haklarını geliştirmek için dış ülkelere bağımlı oldukları ya da olmaları gerektiğini söylemiyorum. Öyleyse, Washington’ın demokratik politikalara verdiği tutarsız desteğin son bulmuş olması neden önemli?

Bunun birkaç sebebi var
♦ İlk olarak, ülke dışında demokratik değerlerin desteklenmesi Ortadoğu’da haklar üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesine yardımcı oluyor.

Yani, İnsan Hakları İzleme örgütü, Dünya Adalet Projesi gibi girişimlerin ya da yerel hareketlerin insan hakları ve hukuki hesap verebilirlik anlamında iyileştirmelere imkan verebilmesinin bir sebebi de Washington’ın verdiği geniş destek.

♦ İkincisi, tepedeki liderler tutarsız olsa da ABD hükümeti içinde, “etki sahibi” demokratik hak savunucuları gerçekten var.

Dışişleri Bakanlığı, devletin yardım kurumu USAID ya da ABD Barış Enstitüsü içindeki gruplar Ortadoğu gibi bölgelerde yurttaşlık kapasitesinin ve haklarının gelişmesi için çalışıyorlar. Bu gruplar, “hak odaklı” başkanlık dönemlerinde devlet politikasını şekillendirebiliyorlar. Demokrasi söylemi, insan haklarıyla doğrudan ilgilenmeyen hükümetlerde bile siyaseten işlevsel ve ikna edici olabiliyor. George W. Bush, Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesini meşru göstermek için Irak’ta kurulacak demokratik bir hükümetin Ortdoğu da büyük değişimler getirebileceği argümanını kullanmıştı.

♦ Üçüncüsü, ABD’nin Ortadoğu’daki siyasi haklara dair öngörülemez duruşu, Washington ile iyi ilişkiler yürütmeye çalışan ülkeleri baskıcı politikalar uygulamaktan caydırıyordu.

Çünkü baskıcı politikaların yaratabileceği siyasi sonuçları önden kestiremiyorlardı. İnsan hakları ihlallerine sessiz kalan ABD, bir anda karar değiştirip sizi kınayabiliyordu. Örneğin, Mısır’ı 2011’e kadar yöneten Mübarek, siyasi baskıcılığıyla biliniyordu. Ancak ülkesindeki demokrasi ve insan hakları aktivistleri topyekun alt edemiyordu. ABD’nin Mısır’a milyarca dolar yardım yaptığını biliyordu ve en azından bazı politikacılar baskıcı hamlelerini yakından izliyorlardı. Beyaz Saray’ın siyasi hak ve özgürlükleri görmezden gelmesi gerçekten önemli. Ortadoğu’da önemi büyük ve somut.

ABD üretimi silahlar kullanıyor
Bir defa dünyanın en güçlü demokratik ülkesinin otoriter liderlere iyiden iyiye hürmet göstermesi ölümcül savaşlara ve sivillere yönelik saldırılara alan açtı. Suudi hükümeti Yemen’de yürüttüğü ölümcül savaşta ABD üretimi silahlar kullanıyor ve Beyaz Saray akıl almaz sivil ölümleriyle ilgili hiçbir yorum yapmıyor. Kaşıkçı vakasının da gösterdiği gibi daha geniş baktığımızda ABD’nin siyasal haklara olan ilgisizliği neticesinde Ortadoğulu devletlerin muhaliflere ve muhalefete yönelik ezici hamleler yapmakta cesaretlendiklerini görüyoruz. Sisi yönetimindeki Mısır, 2011 öncesinde olduğundan daha baskıcı. Suudi Arabistan Prensi Selman bir yandan Suudilerin prestijini arttırmak ve toplumsal normlardaki bağnazlığın dozunu kısmak istiyor olabilir, fakat siyasi muhalefete müsamaha göstermeyeceğini de gösterdi.

Kanada dışişleri bakanlığı Suudilerin siyasi tutuklamalarını eleştiren bir tweet attığında; Suudiler Kanada büyükelçisini sınır dışı ederek, ticareti, uçuşları ve öğrenci değişim programlarını askıya alarak karşılık verdiler. ABD’nin Ortadoğu’da insan hakları konusuna ilgiyle yaklaştığı günlerde böylesi bir tepkinin verildiğini hayal etmek güç. Kanada olayında, Trump yönetimi Kanada’ya destek vermeyi reddetti. Aynı şekilde Kaşıkçı’nın ortadan kaybolması üzerine Trump’ın verdiği tepki Suudi-ABD ilişkilerinin önemine vurgu yapmak oldu; bilhassa silah ticareti konusuna...

Washington’ın umrunda mı?
Tabii bu koşullarda Ortadoğulular için, Washington’ın onların refahını ve siyasi sistemlerinin duyarlılığını umursamadığını düşündürecek sebepler var.2011’de otoriter yönetimlere başkaldıran hareketin geçici olarak durulduğunu söyleyebiliriz.

Ancak susturulabilmiş değil. Trump yönetimindekiler Ortadoğululardan gelebilecek “şiddet eylemlerine” karşı hassasiyetleri varmış gibi görünmeye çalışıyorlar. Diğer yandan muhalefeti bastırmak için şiddete ve tehditlere başvuran liderlere böylesi açık destek vermeleri ise şaşırtıcı. Ortadoğu özelinde konuşacak olursak, otokrat liderlerin süregelen savaşlardan beslenen etkisinin artması; Kaşıkçı’nın ölümde gördüğümüz gibi eleştirel seslerin çirkince susturulması... Bunlar, Trump yönetiminin bahsi geçen çabaları bırakmış olmasının bölgede büyük acılara sebep olabileceğini ve Amerika karşıtlığının artabileceğini gösteriyor.

The Conversation’dan çeviren: Fatih Kıyman