Demokrat Parti döneminde Türkiye, Batılı emperyalistlere yalnızca politik değil ekonomik açıdan da bağlandı. Bu dönemde ekonomi emperyalistlerin amaçları uğruna şekillendirildi. Beykoz Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Emre Ergüven, “Devletin önemli görevlerinde yer alan ABD’li uzmanlar Türkiye’nin izleyeceği ekonomi politikalarını içeren bir yol haritası çizdiler” diyor

Demokrat Parti Dosyası-2: Ekonomi ülke çıkarına değil ABD’ye göre belirlendi

Hazırlayan: Oğuzcan Ünlü

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti (DP) bağımsızlıkçı ve halkçı ekonomi politikaları izlemedi. DP’nin ekonomi politikasını belirleyen en önemli nokta, başta ABD olmak üzere ittifak yaptığı Batılı emperyalistlerin çıkarlarıydı. Beykoz Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Öğretim Üyesi Emre Ergüven ile birlikte DP’nin on yıl boyunca uyguladığı ekonomi politikalarını konuştuk.

► 1950 ve 1960 yılları arasındaki on yıllık dönemde DP’nin uyguladığı ekonomi politikalarını özetleyebilir misiniz?
Bu dönemdeki ekonomi politikalarını açıklamak için öncelikle 1946’daki dönüşüme bakmak gerekir. Çünkü Türkiye dünya ekonomisiyle entegrasyon çabalarına ve liberalleşmeye Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesiyle değil, daha 1946’da CHP döneminde başlamıştı. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni dünya düzeninde, ABD’nin öncülüğündeki Batı kampında yerini aldı. Bu kapsamda aldığı dış yardım ve krediler ile IMF, Dünya Bankası (o zamanki adıyla Uluslararası Yeniden İmar ve Kalkınma Bankası), NATO gibi üyesi olduğu kuruluşlar ileriki yıllarda izleyeceği iktisat politikalarının da çerçevesini oluşturdu.


Demokrat Parti kurmaylarının ekonomi hakkındaki görüşleri zaman zaman çeşitlilik gösterse de genel olarak planlama karşıtı, özel sektöre ağırlık veren, tarımın desteklendiği görüşler yaygındır. Bu dönemde ithalat serbestleştirildi, dış yardım ve kredilere dayalı bir birikim biçimi izlendi, dış açıklar kronikleşti (Türkiye 1947’den itibaren günümüze kadar istisnasız her yıl dış ticaret açığı verdi). Daha önceki sanayileşme programlarının yerine de tarım, madencilik, altyapı yatırımları ve inşaata öncelik veren bir model benimsendi.

1954’ten itibaren ihraç mallarına olan talep azaldı, dış kaynaklar yerinde saydı ve bunun sonucunda ithalata çeşitli kısıtlamalar getirildi ve ekonomiye devlet müdahalesi arttı. Tüketim mallarında ithal ikameci bir politika uygulandı. Açıkları kapatmak için gerekli olan dış yardım ve kredilerin serbest bırakılması için 1954’ten itibaren IMF kanalıyla çeşitli istikrar politikası önlemlerine gidilmesi şart koşuldu. Bu önlemler arasında devalüasyon, daraltıcı politikalar ve dış ticarette serbestleşme yer alıyordu. Bu önlemler birkaç yıl ertelense de 1958’de IMF’yle anlaşma yapıldı. Bunun sonucunda enflasyon dizginlense de, milli gelir artışı yavaş seyretti, ithalatın serbestleştirilmesiyle de dış ticaret açığı arttı. Savaş dönemindeki baz etkisinin de katkısıyla 1950-1954 arasında ortalama yüzde 10,2 olan büyüme 1954-1961 arasında yüzde 4,4’e geriledi.

Özel sektöre düşük faizli kredi sağlandı

Demokrat Parti’nin programına göre “devlet işletmelerinin özel sektöre devredilmesi” amaçlanıyordu ama bu hedef 1950’den sonra yerine getirilemediği gibi 1954’ten sonra devlet işletmelerinin sayısı daha da arttı. Toplam yatırımlar içinde özel sektörün payı azaldı, KİT’lerin payı arttı. Ama önceki dönemde olduğu gibi bir devletçi politika izlenmedi. Kamu harcamaları ve yatırımları, özel teşebbüsü, tarımı ve sanayiyi teşvik eden alanlara yöneldi; özel sektörün işine yarayacak fiziksel altyapı yatırımları öncelikliydi. Kamu bankaları da özel sektöre uzun vadeli, düşük faizli kredi sağladı. Yani devletin artan rolü, (daha yüksek bütçe açığı ve enflasyon pahasına) sermayeye daha fazla kaynak aktarılmasına hizmet etti.

► DP’nin temelleri CHP içerisinde toprak reformuna karşı çıkan dört milletvekiline dayanmakta. DP’nin iktidara geldikten sonra izlediği tarım politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
DP döneminde tarım öncelikli alanlardan biriydi. Cumhuriyetin kuruluşundan beri ticaret burjuvazisi ve toprak sahipleri çok güçlü bir konumda oldukları için yapılan reformlar ve düzenlemeler bu kesimlerin konumlarını değiştirmeyecek şekilde yapıldı. DP döneminde toprak sahiplerine verilen krediler hızla arttı. Ama bunların büyük bölümü traktör ve tarım makineleri almak üzere büyük toprak sahipleri tarafından kullanıldı. Artan makineleşme, yeni toprakların tarıma açılması ve olumlu hava koşullarının da etkisiyle 1950-1953 arasında tarımsal üretim yılda ortalama yüzde 12’nin üzerinde arttı.

Tarımdan sağlanan gelirlerden vergi alınmadığı için toprak sahipleri büyük servetler elde etti. Ayrıca Toprak Mahsulleri Ofisi tarım ürünlerini yüksek fiyatlardan satın alıyordu. Bu politika 1950’lerin ortasından itibaren artmaya başlamış olan enflasyonu daha da artırdı.


1947 ile 1962 arasında 360.000 civarında aileye yaklaşık 1,8 milyon hektar toprak dağıtıldı ama bu toprakların sadece 8600 hektarı özel mülktü. Geri kalanı devlete aitti ve mera olarak kullanılıyordu. Bundan da ortak meraları kullanan topraksız köylüler zarar gördü. Toprak alabilen köylüler de ağaların traktörünü kullanarak üretim yapabiliyordu.

Tarım öncelikli sektör olmasına rağmen, uygulanan serbest ticaret politikası tarımı da sekteye uğratıyordu. Çünkü ABD, tarımsal üretim fazlasını eritmek için ‘yiyecek yardımı’ adı altında ucuz tarım ürünü satıyordu ve buna karşı gümrük politikası uygulanmıyordu. Zamanla bu ucuz ithalata (özellikle de buğdaya) bağımlı hale gelindi. Bunun üreticiye zarar vermemesi için yüksek taban fiyatı politikası uygulandı; bu da para basarak ve borçlanarak finanse edildi.

KÖYLÜLER TOPRAKSIZLAŞTIRILDI

► DP iktidarının ilk yıllarında alınan ABD destekli Marshall Planı gibi ekonomik yardımların Türkiye ekonomisine etkileri neler oldu? DP nasıl bir kalkınma modeli izledi?

Truman Doktrini çerçevesindeki yardımlar askeri nitelikteyken, daha sonra Marshall Planı kapsamında alınan yardımlar ve dış borçlar ekonomik nitelikteydi. Ama ABD, Marshall Planı kapsamındaki yardım ve kredilerden yararlanılabilmesi için Sovyet karşıtı kampta yer alınmasını şart koşuyordu. Bunun sonucunda devletin önemli görevlerinde ABD’li uzmanlar yer aldı, bazı uzmanlar da yayınladıkları raporlarla Türkiye’nin izleyeceği ekonomi politikalarını içeren bir yol haritası çizdiler. Bu açıdan Hilts, Thornburg ve Barker raporları tayin edici oldu.

Marshall Planı kapsamında Türkiye’de öncelikle ele alınması gereken meseleler tarım, ulaştırma (özellikle karayolu) ve madencilik sektörleri (özellikle kömür, linyit, demir, krom, kurşun, antimuan, bakır) oldu. Türkiye 1946-1960 arasında ABD’den 586,4 milyon dolar borç, 995,6 milyon dolar bağış aldı (bağışların tamamı 1950 sonrası). Bunların büyük bölümü de tarım sektörüne gitti. Bu yardımlarla eski nesil traktörler satın alındı. Traktör sayısı 1948’de 2000’ken, 1958’de 42.000 oldu. Traktör sahibi olan büyük toprak sahipleri küçük köylülüğü topraksızlaştırdı, kentlere göç arttı ama sanayileşme olmadığı için kentlerde iş bulabilenler inşaat işçisi oldu.

***


FARKLI MODEL ABD’DEN KOPARAK OLURDU

► Türkiye’nin o dönemde farklı bir ekonomik model izleme imkânı olabilir miydi?

Olabilirdi elbette ama DP’nin veya CHP’nin anlayışıyla ve politikalarıyla değil. DP temel olarak CHP’nin başlattığı programı sürdürdü (Ne kadar da tanıdık!). Bir yandan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk mallarına olan talep düşmüştü ve Türk mallarının uluslararası pazarlarda rekabet gücü zayıflamıştı. Ayrıca Türkiye en önemli ticaret ortağını (Almanya) kaybetmişti ve çok yönlü ticari ilişkiler kurmak durumundaydı. Ama diğer yandan da bu kadar telaşla bir dış yardım ve kredi arayışına da ihtiyaç yoktu çünkü 1946’ya gelindiğinde yüksek bir döviz rezervi ve dış ticaret fazlası vardı. Ama savaş sonrasında tercih ABD kampından yana kullanılınca çok da seçenek kalmıyordu; farklı bir model ancak bu zincirden koparak mümkün olabilirdi.

***

BÜROKRASİYİ AYRI SINIF GÖRMEK HATALI

► 1954 yılında “Yabancı Sanayiyi Teşvik Kanunu” mecliste tartışılırken dönemin ekonomi bakanı Fethi Çelikbaş, “Yabancı sermayenin memleketimize gelmesi ana davamız olduğu için sermayeye en geniş imkânlar bahşedilmiştir.” demişti. Bu bağlamda, DP’nin yabancı ve yerli ticaret sermayesiyle olan ilişkisini açıklar mısınız?
Yabancı sermayenin önündeki engeller de CHP döneminde, Mayıs 1947 ve Mart 1950’de gevşetildi; DP de bunu 1951’de Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu, 1954’te Yabancı Sermaye Kanunu ve Petrol Kanunu’nu çıkararak ilerletti. Buna rağmen yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi konusunda başarılı olunamadı; ülkeye gelen sermayenin çok büyük bölümü Marshall Planı kapsamındaki yardımlardan ve yabancı hükümetlerin verdiği kredilerden oluşuyordu. Türkiye’ye yeterli yabancı sermaye gelmemesine rağmen, yabancı girişimlerle yerel girişimler arasındaki ortaklıklar büyük ölçüde bu dönemde başladı.

Bu kolaylıklara rağmen neden yabancı sermayenin Türkiye’ye akmadığı bir tartışma konusu olmuştur. Bunun sebebi olarak serbest piyasa mekanizmasına karşı bürokrat kesimin ağırlığını gösteren Çağlar Keyder veya devlet ile sermaye arasındaki ilişkilerde bir güvensizlik olduğunu ve yabancı sermayenin gelmemesini bu güvensizlik ortamına bağlayan Ayşe Buğra gibi sosyal bilimcilerin yaklaşımları bana pek makul gelmiyor. Bürokrasiyi ayrı bir sınıf/zümre olarak görmek de Türkiye’de devlet ile sermaye arasındaki kaynak aktarım mekanizmalarını gözden kaçırmak da hatalı. Bu durum o dönemde daha çok, yabancı sermayenin gidecek daha kârlı alanları olmasından kaynaklanıyordu (özellikle Marshall Planı’ndan aslan payını Avrupa’nın kaptığı ve Avrupa’nın yoğun bir yeniden yapılanmaya girdiği 1945 sonrasında).

-SON-