Üçlemenin ilk yazısında demokratik özerkliğin tarihsel/teorik çerçevesini çizmeye çalışıp bunun bir “statü talebi” olduğunu söylemiştik, ikinci yazı ise özerkliğin bu talebi karşılayıp karşılamayacağı üzerineydi. Özetle söylediğimiz şey, Kürt sorununun etno-politik bir sorun olduğu ve ancak statü ile çözülebileceğiydi; Kürt siyasi hareketinin güncel talebi olarak özerklik bu talebi karşılıyor ve sorunu çözebilme potansiyelini taşıyordu.

Bugün üzerinde duracağımız mesele ise Kürt sorununa çözüm olan şeyin, aynı zamanda Kürt emekçilerinin sorunlarına çözüm olup olmayacağı; yani aynı anlama gelmek üzere “ulusal kurtuluş”la “sınıfsal kurtuluş” arasındaki ilişki ve mesafe.

Öncelikle belirtilmesi gereken şey şu ki, Öcalan tarafından formüle edildiği şekliyle demokratik özerklik sadece Kürt sorununa bulunmuş bir siyasi çözüm olma niteliği taşımıyor; demokratik özerkliğin temel iddialarından biri “kapitalizme alternatif” bir toplumsal hayatın inşa edilmesi. Bunun nasıl gerçekleşeceğini anlamak için ise tekrar teorik düzleme ve Öcalan’ın yazdıklarına dönmemiz gerekiyor. Öcalan, tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi değil, devletle toplum arasındaki mücadelenin tarihi olarak okuyor; “kapitalist modernite”yi de, devletin gücünün zirvesine çıkarak “ulus-devlet” formuna bürünmesi olarak değerlendiriyor. Kapitalizmdeki temel çelişkinin ise burjuvazi ile proletarya arasında değil, tekeller ile toplum arasında olduğunu söylüyor. Öcalan’a göre kârın kaynağında artı-değere el konulması değil, tekellerin fiyatları istedikleri gibi manipüle edebilmeleri bulunuyor.

Böylesi bir okuma, beraberinde çözüm olarak devletin/merkezi iktidarın ve tekellerin gücünün sınırlandığı ve fiyatların manipüle edilemediği bir piyasa ekonomisinin inşası talebini getiriyor. Merkezi iktidarın gücünün sınırlanması için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, tekellerin gücünün sınırlandırılması için ise tarım/kır kooperatiflerinin, komünlerin, yerel meclislerin kurulması ve “katılımcı” bir ekonominin yerelliklerden/belediyelerden inşa edilmesi formüle ediliyor. Dolayısıyla demokratik özerkliğin ekonomik boyutunda, kendi üretim süreçlerini kendi organize eden yerel unsurların gönüllü birlikteliği bulunuyor. Bu model “sosyal ekonomi”, bu modele dayalı toplum ise “ahlaki-politik toplum” olarak adlandırılıyor.

Bu noktada, yazının temel meselesini ve sorusunu bir kez daha hatırlatalım: Kürt sorununun çözümünü sağlayabilecek olan demokratik özerklik, Kürt emekçilerinin “temel meselesi”ni çözebilir mi, Kürt sorununun çözümü, Kürt emekçilerinin kurtuluşu anlamına gelir mi?

“Temel mesele” ile ne kastettiğimizin anlaşılmış olduğunu umuyorum: Emekçilerin ürettikleri zenginliğe kapitalist sınıf tarafından el konulması, yani sömürü. Demokratik özerkliğin ekonomik boyutu, sömürüyü sonlandırmak için bize yeterli araçlar sunmuyor; bunun gerisinde ise hem teorik hem de pratik birtakım açmazlar/kısıtlar bulunuyor.

Teorik olarak bakıldığında, kapitalizm okumasının merkezine “emeğin metalaşması” sorunu konmadığı için, demokratik özerklik bu durumu ortadan kaldırmayı vaat etmiyor. Oysa kapitalist ekonomiyi diğer üretim tarzlarından tam da “emeğin metalaşması” ayırıyor ve metalaşmış emeği ortadan kaldırmadan kapitalizmi ortadan kaldırmak mümkün olamıyor. Oysa Öcalan açısından temel mesele, emek de dâhil her şeyin metalaştığı kapitalizmi ortadan kaldırmak değil, tekellerin kârını sınırlandırabilecek bir sistem inşa etmek. Dahası, yine demokratik özerklik formülasyonunda burjuva devlet aygıtının ele geçirilip parçalanması ve “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmeleri”, yani üretim araçlarının kamulaştırılması, sonrasında da merkezi bir planlama aracılığıyla ekonominin topyekûn bir şekilde yeniden örgütlenmesi bulunmuyor, Öcalan bunun yerine yerel birimlerin gönüllü birlikteliği üzerine inşa edilmiş bir ütopyadan bahsediyor.

Pratikte ise bu ütopyanın bir karşılığı bulunmuyor. Emperyalizmin küresel şirketler aracılığıyla tüm gezegeni tek bir pazar haline getirdiği günümüz dünyasında, kapitalizmin içerisinde birtakım “adacıklar” oluşturarak kapitalist sömürüyü durdurma şansınız bulunmuyor. Aynı şekilde, tekellerin kâr maksimizasyonu üzerine kurdukları ve kararları ona göre aldıkları bir sistemde, ekonomiyi yerelden alınan kararlarla örgütlemek, yani “katılımcı/demokratik bir ekonomi” inşa etmek mümkün görünmüyor.

Velhasıl, 21. yüzyılda da merkezi devlet aygıtını ele geçirip üretim araçlarını kolektifleştirmeksizin sömürüyü sona erdirmenin söz konusu olamayacağı gerçeği karşımızda duruyor, Kürt sorunu mutlaka çözülmeli ama bunun Kürt emekçilerinin emekçi olarak kurtuluşu anlamına gelmediğinin unutulmaması gerekiyor.