Türkiye ve benzeri ülkelerde demokrasi bazı “sıkıntılara” yol açabiliyor. Seçimler yapılabiliyor, seçmenler oy verebiliyor, iktidar olduğu yerde kalırken hükümetler yer değiştirebiliyor.

En azından “vesayet” döneminde böyleydi.

2000’li yıllarda ise bu vaziyet değişmeye başladı. Sandıktan çıkan parti vesayet rejimini devirip, kendi demokrasi anlayışını ülkede egemen kıldı. Seçimle gelip, vesayeti de “zimmetine” geçirince, icraatın dur durak bilmeyen koşusu başladı.

Önceleri “Yeni Demokrasi” falan diyorlardı, sonra eskilerin bir bildiği varmış noktasına gelip demokrasinin zararlarını tespit ettiler.

Demokrasilerle sandıklardan muhalefet partileri de çıkabiliyordu. Bu da iktidar açısından hiç hoş olmuyordu.

Eskiden sahici iktidar sahipleri gerekmedikçe ortalıkta boy göstermezlerdi. Eğer var olan bir hükümet devrilecekse o zaman “bu devletin sahibi var” diyerek ortaya çıkıp gerekli düzenlemeyi yaparlardı.

Şimdi bu “zorlu görev” de seçimle gelmişlerin omuzlarına yüklenmişti.

Seçilmişlerin vesayeti böylesi bir engeli de bertaraf etmek mecburiyetindeydi.

Demokrasinin en fena yanı ifade hürriyetinde ortaya çıkıyordu. İnsan hakları ve basın özgürlüğü de benzeri sorunlar yaratıyordu.

Bunların tümü sadece bir tek şey için kullanılıyordu:

-İktidarı eleştirmek!

Oysa iktidarda olmak “rahata ermek” demekti. Kimse senin sesini kısamaz. Kimse sana laf söyleyemez. Her gün saatlerce saçma sapan konuşmalar yapsan bile, ortamı öyle ayarlayabilirsin ki, herkes “Ne kadar şahane şeyler söyledin” diyerek seni alkışlar. Alkışlamıyorlarsa atarsın içeriye olur biter.

Eğer bu politikalar arzu edildiği güzergâhta ilerleyebilirse yolun sonunda insan hakları, adalet, ifade hürriyeti ve basın özgürlüğü konularını gündemde tutanların tümü içeri yollanabilir. Sesi çıkan kimse kalmayınca haliyle sorunlar da biter:

-Ülkemizde insan haklarını savunan kimse kalmadığından insan hakları ihlalleri gibi dertlerimiz de sona ermiştir!

Böylesi dönemlerde fakirlerin küçük bir işi, mide boşluğunu hafifletecek yarım tencere aşı, gözünde de yaşı eksik olmazsa rejim sağlam adımlarla yoluna devam edebilir. Diyebilirler ki:

-Doğru bildiğin yolda yürü!

Eğer tencerelerde yarım porsiyon aş da pişmiyorsa halk şöyle cevap verebilir:

-Yürü anca gidersin!

Bunların hepsi olabilir. Bazen bol da gelebilir. Mesela 12 Eylül 1980’de dönemin lideri şu ihtişamlı tespiti yapmıştı:

-Demokrasi bize bol geldi!

Şimdi o günlerden daha da gelişmiş bir zaman dilimi içinde bulunuyoruz:

Demokratik vesayet rejimi!