“Yetmiş iki milleti bir nazarla görmeyen, halka müderris olsa, hakikatte asidir.”

Yunus Emre

En çok toplumsal barışa ve huzura ihtiyacımız var. Kürt sorunu, hepimizden demokratik ve barışçıl çözüm bekliyor. Savaş savaşanların, barış ise hepimizindir. En zor sorunlar için, iradesini eşit haklardan, özgürlüklerden ve adaletten yana koyanlar için demokratikleşme ve barışçıl bir çözüm yolu vardır.

Yeter ki, şahin bakışlar yerini, güvercin bakışa bıraksın. Toplum olarak sorunlara salt “liderler” ya da “önderler” üzerinden bakmak yerine, demokrasi, özgürlük, insanlık onuru, adalet ve hukukun evrensel değerleri üzerinden bakalım. Fakat ülkemizde, insan haklarını eşitlemek ve hakları evrenselleştirmek yerine, iktidarların bekası için irade koyanlar, gerçek çözüm zeminlerine ve anlayışlarına uzak durmayı tercih ediyorlar. HDP’yi şeytanlaştıran, Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinini yok sayan, ana dilde eğitim hakkına mesafe koyan, seçilmiş vekillerini ve belediye başkanlarını cezaevine koyarak, aslında çözümsüzlük besleniyor.

Tarih hepimize acı bedeller ödeterek, öğretti ki; güvenlikçi politikalar ve şiddet, Kürt sorununda demokratik çözüme ve “eşit yurttaşlık ve eşit haklara” ulaştırmıyor.

Oysa çözüm; kapsayıcı ve bütünlüklü bir demokratikleşme programıdır. Halkın iradesini (yüzde 10 barajı ile tam olmasa da) yansıttığı TBMM’de bulunan partiler ve TBMM dışındaki siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerininde aktif katılımına imkan sunan ortamlardır. Bu ortak zeminler, Kürt sorununda sonuç alıcı bir çözüm yolu açılabilir. Toplumsal çoğulculuğumuzu, onun kültürel ve tarihsel miraslarını, “Türk-Sünni makbul vatandaş” politikalarına kurban etmeyi vaaz eden etnik ve dinsel milliyetçiliğe sığınmış siyaset çözüm değildir. Siyaseti ve kurumları esir alan, kimliklere karşı kimlik siyasetine dayalı hegemonya kurma mücadelesiyle, toplumsal barış sağlanamaz, aksine kutuplaşmayı ve ayrıştırmayı besler.

Kimden gelirse gelsin, ayrımcılık ve şiddetten beslenen politikalar, Kürtlerin, Alevilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Keldanilerin, Ermenilerin, Arapların, kadınların, farklı cinsel kimliklerin barış ve huzur içinde eşit haklarla bir arada yaşayacağı ülkeyi inşa etme iradesini ortaya koyamaz. Her gün yoksuların evlerinden cenazeler kalkıyor. Her gün sıralı mezarlar kazılıyor. 50 bin genç insan hayatını kaybetti. Toplumsal vicdanımız yaralı. Sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yaşadığımız tahribatlar 82 milyonu etkiliyor. Silah ve şiddet tarihin hiç bir döneminde, insanlık lehine kazanmamıştır. Silahtan ve şiddetten arındırılmış ortamların ve iradenin olmazsa olmaz bir koşul olduğu kabul edilmelidir.

Kürtlerin eşit yurttaşlık ve eşit haklar talebi meşrudur. Anayasa bir toplumsal uzlaşma hukuku ise, herkesi eşit yurttaş görmeli. Bu eşitlik hakkı elbette bir kimliksizleştirme, tarihsizleştirme ve kültürsüzleştirme üzerinden yapılamaz. Çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye’de, tekçi resmi kimlik siyaseti yerine, farklı kimliklere sahip herkesi eşitleyecek, hakları evrenselleştirecek ve herkesin kimlik haklarını da özgürce yaşabilme hakkı sağlanmalıdır.

12 Eylül faşizminin anayasasındaki etnik ve dinsel aidiyetli vurgular yerine, “Anayasal vatandaşlık” ile toplumsal uzlaşma ve eşitlik için adım atılmalıyız. Kürt sorununda çözüm, aynı zamanda tüm kimlikler arası eşitliği, özgürleşmeyi, adaleti ve demokratikleşmeyi sağlar. Bu ise toplumsal barışa ve kalkınmaya hizmet eder. Ötekisiz bir Türkiye’yi birlikte kurabiliriz. Çözümün tek iradesi Türkiye halklarının kendi geleceğine dair demokratik ve barıştan yana tutumu ve erdemliği olur. Yeter ki biz barışa ve Türkiye olarak sadece birbirimize tutunalım.