“Solu bitirdik”, “Sol yarıldı”, “yaktık köprüleri” filan diye konuşulurken, başka bir yarılma gündeme girdi.

“Solu bitirdik”, “Sol yarıldı”, “yaktık köprüleri” filan diye konuşulurken, başka bir yarılma gündeme girdi. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmaları, hükümetin TSK ilintili paramiliter ilişki örüntülerinin hukuki tasfiyesi girişimine örgütlü veya örgütsüz devlet-dışı alandan destek verenler arasındaki eklemlerin zayıflığını ortaya çıkardı. Birkaç yazıda bu durumu konu edinmek istiyorum.

Tartışmanın şu boyutunu, şimdilik erteleyeceğim:Toplumsal hareketler alanı, yargı alanında devam eden tasfiye süreci ile bazen uzlaşan bazen çekişen çeşitli ilişkiler kurdu. Ergenekon ve benzeri davaların geldiği şu noktada, ilişki nasıl kurulmalı? Sevgili Vefa Saygın Öğütle’nin 27 Şubat tarihli Birgün Pazar’daki yazısında profilini çizdiği “ulusalcı-aktivist” tipinin siyaset alanında olabildiğince güçsüzleştirilmesi, bu tipin destek verdiği üniformalı ve üniformasız silahlı milislerin de etkisizleştirilmesi taraftarıyım. Bu konuda, Tanıl Bora’nın önerdiği “iyi pragmatizm”e ihtiyacımız olduğu fikrindeyim. Ancak 2007’den bugüne yargı alanı ile ve hükümet ile, bağımsız bir sol siyaset içinden iyi-pragmatist bir ilişki kurulamadığını düşünüyorum. Anti-militarist mevzilerin (sol ya da sağ) hemen hepsi, ya iktidara iliştirilmiş, ya da işbirlikçisi olmuş, daha kapsayıcı tabirle hegemonikleştirilmiş pozisyonlar aldılar. Buraya daha sonra döneceğim.

Pragmatizmin iyisi ile ilgili tartışmayı öteliyorum, çünkü önce Ergenekon’a karşı hukuki ve (gizli ya da açık) polisiye / paramiliter aktivizme destek veren kötü pragmatizmi ifşa etmek lazım. Kötüsünü iyice anlayalım ki, ondan uzak durabilelim, iyisine yönelelim.

Şık ve Şener, doğru anladıysam, “terör örgütüne üyelik” ile suçlanıp tutuklandılar. Burada suçlama, sorgulama, kanıt gösterme ile ilgili hukuki süreçteki usulsüzlükleri ve adaletsizlikleri konu etmeyeceğim. Şunu görüyorum: Vaktiyle İkinci Bush Hanedanı’nın kendi terörizmle savaşı için kullandığı “önleyici saldırı” taktiği devreye sokuldu. İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı işbirliği ile Emniyet teşkilâtının AKP ve Gülen şebekesi aleyhine yıpratılmasını önlemek için “önleyici tutuklama”. Uzatmadan, şunu not edelim: Hükümetin toplumsallaştırmaya çalıştığı bir “terörizme karşı savaş hali” söz konusu. Bu not lazım olacak.

Göstermeye çalışacağım şu: Bu iki tutuklama, Ergenekon davasını izleyen devlet-dışı alanda burjuva yasallığını iyi ve kötü pragmatist yatkınlıklarla algılayan oyuncular arasındaki gerilimi iyice belirginleştirdi. Solda dava sürecinden ta en başından uzak duranlar zaten bu gerilimin dışındalar. Etyen Mahçupyan gibi bir kötü pragmatistin tabiriyle, çorbadaki kıldan tiksinenler ve tiksinmeyenlerden bahsediyorum. (Mahçupyan’dan – ve kirli ellerinden – sinik benzetmesi yüzünden ayrıca tiksinebiliriz, ama bu başka bir inceleme konusu. Davaya “çorba” benzetmesinin psikanalizine hiç girmeyelim, çaktırmak istemese de onun da kafası karışık belli.)

Tiksinmeyenlerin ABD’li anaakım liberallerle paylaştıkları bir eğilimden bahsederek asıl mevzuya gireyim. En azından Vietnam Savaşı’ndan beri demokrasinin derinleştirilmesi adına, hümanizm adına, özgürlük adına ülke içinde ve dışında ABD federal hükümetinin gerçekleştirdiği kanunsuzlukları gerekçelendirmeye çalışan bir entelektüel pragmatizm türü var. Literatüre “Kirli Eller Argümanı” diye geçmiş. Sadeleştirirsem (ki bir sonraki yazıda açmak üzere), bu argümana göre devlet (duruma göre polisi, askeri, yargısı, yasaması, istihbaratçısı, işkencecisi, vb.) çoğunluğun haklarını, kaliteli yaşamını, özgürlüklerini, genel olarak büyük harfle Demokrasi’yi kollamak ve iyileştirmek adına, şer güçleri ortadan kaldırmak için her yola başvurabilir, başvurmalıdır.

Politikacının, bürokratın, vb. devlet görevlisinin daha ulu bir ülkü adına ellerini kirletme zorunluluğu etrafındaki siyaset-kuramsal tartışma, tahmin edebilirsiniz belki, 15. asırda yaşamış İtalyan fikir adamı Makyavel’e kadar götürülebiliyor. Klişe ama yerinde tabirle, “amaca ulaştırıyorsa, her türlü aracın kullanılması haklıdır”. Bu pragmatizmin önemli bir kısmı, literatürde “haklı savaş” başlığı altında tartışılan, “ABD’nin desteklediği bir askeri müdahale, hangi koşullarda adildir” meselesi ile de alakalı. Saf-felsefi bir egzersiz olmaktan öte, somut hukuki ve insani sonuçları olan bir tartışma bu: Irak’a ve Afganistan’a saldırmak nasıl haklılaştırılabilir, terörizmi önlemek için işkence nasıl gerekli gösterilebilir, hayat kurtaracak bir istihbarat elde etmek için devletin yasalarını çiğnemesi nasıl meşru olur, şiddete engel olmak için gözaltı ve tutukluluk süreleri ne kadar artırılabilir… 11 Eylül sonrası bir hastalık gibi yayılan terörizmle mücadele doktrininin liberal-demokratik semptomu diyebiliriz Kirli Eller Argümanı’na.

“Kirli Eller” tabiri, Fransız filozof Jean-Paul Sartre’ın aynı adlı (Les Main sales, 1948) varoluşçu oyunundan ödünç alınmış. İlginçtir ki, komünistlerin şiddeti makyavelist biçimde kullanmaları temasını işleyen tiyatro eseri, sonraki yıllarda liberallerin devlet şiddetini meşrulaştırma argümanlarına malzeme edilmiş. Bir sahnede genç ve naif komünist Hugo, kurt Parti Sekreteri Hoederer’e, amaca götüren her yöntemin iyi olmadığını söyler. Hoederer, “etkin olan bütün yöntemler iyidir” diye cevap verir. Sahnenin sonunda, Hugo’nun ahlakçı sorguları Hoederer’i sinirlendirir:

“Saflığına ne kadar da bağlısın evlât! Ellerini kirletmekten ne kadar çok korkuyorsun! İyi, temiz kal! Kime faydan var, bize niye geldin? Saflık hint fakirinin veya keşişin ülküsüdür. / Siz entelektüeller, siz burjuva anarşistleri, saflığı hiçbir şey yapmama bahanesi olarak kullanıyorsunuz. Bir şey yapma, kılını kıpırdatma, kollarını indir, çocuk eldiveni giy. Benim ellerim ise pislik içinde. Onları bileklerime kadar kana ve çamura batırdım ben. Ne yani? Hem yönetip hem ruhunun bembeyaz kalacağını mı sanıyorsun?”

Ergenekon davasına angaje oluş biçimleri, kötü pragmatistlerin birkaç yumurtanın demokrasi omleti için kırılmasını kabul edilebilir bulan bir pozisyona gömüldüklerini gösteriyor. Örneklendirerek anlatmaya çalışacağım eğilim bu. Habercilik-gazetecilik alanına iliştirilmiş bir tür Terörle Mücadele Şubesi: Etyen Mahçupyan, Alper Görmüş, Melih Altınok, Roni Margulies, Mümtaz’er Türköne, Şamil Tayyar vb. kanaat teknisyenlerinin legalizme (“yargıya tevekkül etmek”) yaptıkları sinikleşmiş yatırım, Şık ve Şener örneğinde iyice haklı savaş doktrinini andırmaya başladı.

Margulies 25 Ağustos 2010’da Taraf’taki köşesinde, Gülen Cemaati’ne mensup polislerin “inançları nedeniyle” işten atılmasının anti-demokratik bir uygulama olacağını imâ ettikten sonra şöyle bitirmişti: “Dün yaptığı gibi yarın yine solcu avına çıktığı zaman da destekleyecek misiniz bu devleti?” 9 Mart 2011’deki yazısında, en azından kendisinin bu avı desteklediğini, Cemaat polislerine açtığı krediyi Şık ve Şener’e açmak istemediğini öğreniyoruz:

“Şimdi, Nedim Şener’i de, Ahmet Şık’ı da tanımam. / Tanıyor ve çok seviyor olsaydım da, ‘İyi tanırım, can dostumdur, kötü bir şey yapması mümkün değildir’ demezdim. Böyle bir iddia olamaz. Al Capone hakkında bile ‘çocukluğumdan beri kankayız, şeker gibi adamdır, suçsuz olduğuna eminim’ diyenler olmuştur. Bu hissiyatın hukukta yeri olamaz.”

Demokrasinin pekişmesi, hukuk düzeninin paramiliter etkilerden arındırılması gibi hayırlı gözüken ülküler adına haysiyetli insanların harcanmasını sinikçe kabullenmiş görünen bu eğilimi deşmeye devam edeceğim.