Cumhurbaşkanı’nın talimat verdim açıklaması cumartesi gününden pazartesiye kadar gündemde kaldı ve sonunda da Eardoğan ve yandaş medya açısından da bir zafer olarak ilan edildi. Zira Cumhurbaşkanı talimat verecek ama Çavuşoğlu yerine getirmeyecek, böyle bir siyaset iklimi yok Türkiye'de.

‘Denge  politikası’ iflas etti günü kurtarmaya çalışıyorlar

ÖZKAN ÖZÖNEY

Hızla çözülen ve her alanda irtifa kaybeden siyasi iktidar, dış politikada da sorunlar yumağıyla baş başa kaldı. ABD ile Rusya arasında sıkışan AKP iktidarı, sorunlara çözüm üretemiyor, yalnızca günü kurtarma çabası içerisinde. Biden görüşmesi, Doğu Akdeniz, Suriye, F-16'lara talip olma hamlesi derken kuşkusuz siyasi iktidarın dışarıdaki hızlı reçetesinin iç siyasette nelere etki edeceği de yanıtlanması gereken sorular arasında yer alıyor. Dış politikada bol hamasetle geçen 20 yılın ardından gelinen noktayı dış ilişkiler uzmanı Aydın Sezer ile konuştuk.

Son zamanlarda birçok dış politika uzmanı, AKP’nin dış politika hamlelerini kestirmenin ve belirli bir bağlama oturtmanın zorluklarından bahsediyorlar, sizin görüşünüz nedir?

AKP’nin dış politika hamlelerinin tutarlılığı ve sürekliliği olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla nesnellik temelli, neden sonuç ilişkileri üzerinden değerlendirmemek gerekiyor. Ben zaten bu şekilde değerlendirmiyorum. Mesela Doğu Akdeniz’de geri adım atılıyor ve bunu başarı öyküsü olarak anlatıyorlar. Mısır’la barışmaya çalışıyorlar, bunu da başarı öyküsü olarak anlatmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla ben neyi nasıl değerlendirebilirim ki? Burada siyaset biliminin, uluslararası ilişkilerin kapsama alanı dışındaki bir boyutta gelişiyor süreç. Örnek vermek gerekirse, bundan yaklaşık bir ay kadar önce Ankara’da Türkiye ve Mısır arasında ikinci tur görüşmeler yapıldı. Herkes büyükelçilerin atanması beklentisi içerisindeydi. Hem Mısırlı kaynaklar hem Arap dünyasındaki kaynaklar. Fakat bu hafta Türkiye Etiyopya’ya İHA satışını gündeme getirdi. Etiyopya’yla İHA ve SİHA satışı üzerine anlaşma sağlandı. Şunu söylemeye çalışıyorum. Mısır’la barışmaya çalışırken, bunu talep ederken Mısır’ı karşımıza alacak adım atmak ne demek? Yani bu çok yönlü dış politika değil. Bu resmen bir sarhoş diplomasisi ancak bir sarhoş böyle davranabilirdi. Başka kelime bulamadığım için değil, sarhoş kelimesini özellikle tercih ediyorum. Çünkü iktidarın dış politikası tam anlamıyla bir sarhoş diplomasisi.

Kısa bir süre önce on farklı ülkenin büyükelçileri ortak bildiri yayımlamıştı. Bunun üzerine, Tayyip Erdoğan büyükelçilerin istenmeyen insan ilan edilmesi talimatını verdiğini söylemiş ancak ABD Büyükelçiliği’nden yapılan ikinci bir açıklamayla bu talimat uygulanmadı ve bu açıklamanın bir geri adım olduğu söylendi. Neler söylersiniz?

İlk olarak, büyükelçi krizinin bir şekilde çözülmüş olması Türkiye açısından çok önemliydi. Çünkü Eğer Erdoğan’ın talimatı yerine getirilseydi Türkiye çok ciddi sıkıntılarla karşılaşacaktı. Zaten Türkiye’nin şu andaki mevcut durumu da sıkıntılı ancak bu gerçekleşseydi sıkıntı katbekat artacaktı. İkincisi, bu krizde bulunan yol ya da yöntem her iki tarafın da karşısındakine geri adım attırdığını söyleyebileceği ya da en azından biz geri adım atmadık diyebileceği bir yöntemdi. İkinci metin bu şekilde kaleme alınmıştı. Çünkü İngilizcesi ve Türkçesi bu tek cümlelik metinde farklı. Bundaki kastım demekteki kastım şu. Her iki metinle ABD Büyükelçiliği'nin Twitter hesabından yayımlandı. Yani birebir tercümesinde yorum farkı doğuracak stratejik bir ifade yapılmış. Büyükelçilerin atıf yaptığı maddenin ve sözleşmenin uydukları ve uymakta oldukları bir madde. Bunu tekrardan ilan etmeye gerek dahi olmayan bir husus olarak görüyorum. Dolayısıyla geri adım atan taraf net bir şekilde Türkiye oldu. Geri adım atılması iyi oldu, bunu sorgulamıyorum ancak bunun bir kamuoyu, iç kamuoyu açısından anlamı ve önemi var. Bu nokta dikkate alındığında, yaratılan bu gerilimin planlı bir gerilim olup olmadığı sorusu gündeme geliyor. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın talimat verdim açıklaması cumartesi gününden pazartesiye kadar gündemde kaldı ve sonunda da Erdoğan ve yandaş medya açısından da bir zafer olarak ilan edildi. Bunun da bilinçli bir hareket veya girişim olduğu düşünüyorum. Zira Cumhurbaşkanı talimat verecek ama Çavuşoğlu yerine getirmeyecek, böyle bir siyaset iklimi yok Türkiye’de.

Erdoğan-Biden görüşmesinden sonra, Türkiye’nin ABD-Rusya arasındaki çelişkilerden faydalanarak uyguladığı denge politikasının sonuna gelinmiş olabilir mi? F-16 talebi ABD’ye bir mesaj mıdır?

Türkiye'nin son dört beş yılda tırnak içinde başarıyla yürüttüğü ABD ve Rusya'yı dengeleme ya da birini diğerine karşı kullanmaya dayalı politikasının sonuna gelindi. Bunun tarihi bence geçtiğimiz yılın sonbahar aylarıdır. Ondan sonra özellikle AB’nin baskısıyla Doğu Akdeniz’deki geri adım atılması ve bugün nihayet yaklaşık bir ay önce F-16’lara dönmemiz Amerika perspektifinden bir gerçeklerle birleşme geldiği anlamına geliyor. Bir defa bunu bir yere koydu. Fakat 2021 içerisinde Rusya’yla yaşadığımız gerilimler ve ikili ilişkilerle artan sorun başlıkları da bize sanki ABD’ye yakınlaşıyormuş gibi bir görüntü veriyor ya da böyle bir his uyandırıyor. Ben burada da yine somut gelişmelere bakarak bir yorum bilinçli bir şekilde özellikle yapmıyorum. Çünkü daha bir ay önce Erdoğan ve Putin’in baş başa görüşmesinde ikinci parti S400’leri gündeme getiren, denizaltı ve gemi yapımı konusunda iş birliği arayan, ikinci ve üçüncü nükleer santrallerde Rusya’dan yardım talep eden Türkiye. Şimdi gelişmelere bakınca bu ne perhiz bu ne lahana turşusu lafı akıllara geliyor. İkinci parti S-400’ü alacağınızı kararlılıkla belirtip, ertesi hafta ABD’den F-16 istemek mantıkla izah edilecek bir durum değil. Erdoğan F-16’lar konusunda şimdi Biden’i olumlu gördüm diyor. Bu ikinci parti S400’lerden vazgeçtiğimiz anlamına mı geliyor? Yarın pekâlâ Savunma Sanayi Başkanı’ndan, Savunma Bakanı’ndan, Cumhurbaşkanı Sözcüsü’nden, Çavuşoğlundan, hatta bizzat Erdoğan’ın kendisinden ikinci parti S-400 görüşmeleri yapıyoruz diye açıklama gelebilir. Dolayısıyla mevcut birkaç somut gelişmeye bakarak AKP dış politikasının tahmin edilebileceği ya da öngörülebileceği kanaatinde değilim. Tam tersi bir durum gerçekleşebilir ve yarın ABD’den F-16 verilmeyecek gibi bir dedikodu çıkabilir. Bunu da bir başarı öyküsü olarak kamuoyuna anlatırlar. Bakın bunu da vermediler diye bir mağduriyet yaratıp, kullanılabilir. Çünkü Türkiye, stratejik plan dahilinde hareket etmiyor. Sadece ne pahasına olursa olsun günü kurtarmak için çabalıyor. O nedenle atılan adımlara gerektiğinden fazla önem atfetmek doğru değil. Bunu yapacak, tırnak içinde, bağımsız ve objektif dış politika analistleri var ama ben tarafım. Yani bunu en başından beri söylüyorum. Dolayısıyla benim öyle bir dış politika analizi yapmam mümkün değil. Çünkü ben Türkiye’nin dış politikasını ne olmadığını çok iyi biliyorum. Ne olduğunu da bilen yok zaten.

Suriye’de yeni bir operasyon yapılabileceği Erdoğan tarafından dillendirildi. Bunu nasıl yorumlarsınız? Türkiye böyle bir operasyona kalkışabilir mi?

Suriye’yle ilgili yapılan yorumlarda katılmadığım iki konu var. Bunlardan bir tanesi, 2019’da Fırat’ın doğusuna yönelik Barış Pınarı Harekâtı’na ABD’nin yeşil ışık yaktığı söyleniyor. Böyle bir durum yok. Öncelikle ABD, 6 Ekim 2019’da bizim operasyon yapacağımızı, bunun IŞİD’le mücadeleye zarar vermemesini beklediklerini söyledi. Sonrasında 9 Ekim’de Trump, Eroğan’a aklını başına al diye mektup yazdı. 14 Ekim’de ABD, Türkiye’ye Enerji, İçişleri ve Milli Savunma Bakanı’nın ABD’deki varlıklarının dondurulmasıyla ilgili hafif bir müeyyide uyguladı. Bu hâlâ gündemde. 17 Ekim’de de ABD ve Türkiye ortak açıklama yaptı ama Barış Pınarı Harekâtı’nın biçimine yönelik bir husus belirtilmedi. Fakat ABD, Türkiye’ye artık yeter dedi. Bu, imzalanan metinden çok rahat anlaşılıyor. O metinde Türkiye YPG’ye terörist diyemedi, sadece YPG olarak geçti. Aynı ayın 22’sinde Soçi’de bu defa Soçi Protokolü imzalandı. Barış Pınarı Harekâtı’nın bittiğini Lavrov açıkladı. ABD başlıyor, Lavrov bitiyor dedi. Orada da Türkiye, YPG’yi terörist olarak nitelendirmedi, sadece YPG unsurları dedi. Rusya’yla imzalanan protokoldeki terörist kelimesi, IŞİD, El Nusra ve HTŞ’yi kapsıyor. Ayrıca bu protokolün dördüncü maddesinde Adana Anlaşması’na atıf yapıldı. Bu anlaşma Türkiye’ye, Suriye sınırlarından beş kilometre derinde koridor oluşturmak hakkı tanıyor. Eğer Türkiyenin, Suriye’deki PKK ve YPG ile ilgili bir sıkıntısı varsa; eğer bu gerçekten beka sorunuysa bunu önlemenin iki tane kolay yolu var. Birincisi, Esad’la barışıp konuyu Esad’a ihale etmek. Eğer biz bunu yapamayız diyorsanız o zaman şu sorgulanır. PKK ve YPG tehdidi anlattığınız kadar vahim değil mi? Yani Esad’ın mevcudiyeti mi sizin için daha önemli? İkincisi de Türkiye, Rusya üzerinden Adana Anlaşması’nı gündeme getirip bütün sınır boyunca beş kilometre girip, önlem alabilir. Dolayısıyla şu anda Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyona, Rusya’dan bir yeşil ışık yok, tam tersine Kamışlı’da askeri konuşlandırması, Suriye hava sahası bizim kontrolümüzde mesajları var. Biden’den de yeşil ışık yok, kaldı ki sanılanın aksine Trump bile yeşil ışık yakmamıştı. Dolayısıyla Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyon konusu şu anda sahadaki askerlerin görüşğü teknik konunun ötesinde bir anlam taşımıyor. Fakat bunun bir aması var. O da şu. Türkiye’nin Tel Abyad ve Resulayn arasında Barış Pınarı’ndan kalma otuz kilometrelik derinlikte bir korumalı bölgesi var. O bölgenin hemen güneyinde ABD var. Rusya, ABD ile şu andaki mutabakatını bozup Türkiye’yi harekete geçirebilir mi? Bunu iki nedenden yapabilir. Birincisi, bizi ABD ile karşı karşıya getirmek için. İkincisi ise gerektiğinde Kürtleri Esad’a yaklaştırmak için. Böyle bir olasılık olabilir ama bu sadece bir olasılık. Ayrıca şu anda Rusya, Kürtleri Esad’a o kadar yaklaştırdı ki ortak mutabakat metinleri ortaya çıkmaya başladı. Hatta bu hafta Moskova’da ENSK (Kürt Yüksek Komitesi) sözcüsü, ABD buradan gidecek ama Rusya kalacak diye bir açıklama yaptı. Ayrıca Rusya’nın, ABD’nin Suriye’den çekileceği tarihi de bildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Fırat’ın doğusuyla ilgili durum bu. Batısında da İdlib konusu var. İdlib’de her iki taraf açısından da bir tahkimat devam ediyor ama geçmişten fark şu; oraya bir de İran destekli milisler geldi. Zaten Türkiye’nin başı cihatlarla ayrıca belada. Şu anda orada; rejim ordusu, Rusya ve İranlı milis güçler var. Bu yüzden, Türkiye’nin Fırat’ın batısına yönelik bir operasyon talebiyle Ruslarla anlaşabileceğini teknik olarak düşünmüyorum. Çünkü Tel Rıfat zaten Halep kırsalının hemen devamında, yani Halep’i kontrol eden bölge ve orada da Rusya ve Suriye askerleri var. Bir de şimdi Rusya Kürtlere diyor ki SGD bayrağı astığınız her yere artık Esad bayrağını çekin bu dram sizin için de bizim için de bitsin. Bunu yaparken, hem bakın Türkiyeyi durduramıyorum diye Kürtlere korku veriyor hem de sınırdaki uçak konuşlandırmasıyla Türkiye’ye de burada hava sahası benden sorulur diyor. Dolayısıyla Suriye cephesinde yeni bir şey yok ama bu konu potansiyel ve önemli bir iç politika konusu.

ABD’nin Yunanistan ile birlikte yaptığı tatbikat ile ilgili neler söylersiniz? Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası da iflas mı etti?

Birincisi, Doğu Akdeniz’de ABD varlığı ve ABD’nin konuya dahil olmasının iki boyutu var. Bir tanesi siyasi. Bölgede İsrail bağlamında NATO'nun güney kanadı bağlamında Türkiye'yle geliştirilen ilişkiler bağlamında; ABD yeni ortaklar, yeni müttefikler arayışında. İkinci olarak bunun bir de ekonomik boyutu var yani Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla ilgili buradaki ABD şirketlerinin mevcudiyeti. Exxon Mobile zaten sahadaydı. Chevlon da diğer ABD şirketlerinden paylar alınca bölgeye girdi. Amerika müesses nizamıyla da organik bağları olan bir şirket. Bu iki şirket aralıktan itibaren Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine tekrar başlayacaklar. Bu tatbikat da olası bir saldırıya, tehdide karşılık iki gün önce ortak olarak yapıldı. Tatbikatı sekiz ülke yaptı. Tatbikatın senaryosu, petrol platformlarına ve arama gemilerine yönelik saldırıların bertaraf edilmesiydi. Dolayısıyla artık bölgede ABD uzantılı şirketlerin faaliyetlerine yönelik bir tehdit algısı var. Bu tehdidin kaynağını da Türkiye olarak tanımlıyorlar. Bu da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de izlediği yanlış politikaların sonucudur. Olayları bu boyuta AKP iktidarı getirmiştir.