Deniz mahkemeye mi düşmüş? Denizin avukatı olmak için biz de yollara düşelim.

Deniz  mahkemeye mi düşmüş? Denizin avukatı olmak için biz de yollara düşelim. Yakın tarihimizin yürümesi zor, dar yollarına.

Ülkemizin yaşadığı, ülkemiz insanlarına yaşatılan sayısız ölümlerden, kıyımlardan biriyle ilgili olarak yollardaydık. İki binli yılların başıydı.

İstanbul’dan bin kilometre ötede yargılaması yapılan Gazi Mahallesi katliamı duruşması için düşmüştük yola. Bolu Dağı’nı geçerken, yola çıkış curcunası sona ermiş, yavaştan söyleşiler koyulaşmaya başlamıştı. Otobüste “bizim kuşak” avukatlar, katliamda yakınlarını yitirenler. Aramızda yabancı yok. Ölen, kalan, dava hesapları içinde durgun, herkes içine dönmüş, hüzünlü bir sessizlik. Sevgili arkadaşım avukat Cemal Yücel yolculuk başlarken ortaya çıkan -özel/siyasal- bir nedenden doğan gerginlikte, çok çaba harcayıp yorgun düşmüş olmasına karşın, ortalığı kaplayan hüzne, durgunluğa dayanamayıp, bir türkü başlatmıştı. Bildiğimiz, Deniz’in türküsünü;

Deniz mahkemeye düşmüş

Avukatı ben olaydım.

Otobüste yaklaşık bir düzine avukatız. Ayak üstü kısa bir anket yapıyoruz: Hepimizin başını “avukat olmakla” yakan nedenin, türkünün iki dizesi olduğu anlaşılıyor. Salt türkü değil elbet, türkünün içinde boy gösteren; Deniz. Deniz’in kişiliği. Devrimci kişiliği. Otobüste bulunan her avukat, geçmişte o türküyü söylerken, açık ya da gizli Deniz’in, Deniz’lerin avukatı olmaya heves etmiş. Avukatlık; herhangi bir meslek veya savunma hakkının yüceliği, kutsallığı, vazgeçilmezliği... bir yana, devrimci bir görev olarak düşüncemizde yer etmiş.

Delikanlı günlerimiz, güzel günlerimiz birkaç anıyla ortaya dökülüyor. Yine Cemal, her zamanki açık sözlülüğüyle, savunacak Deniz bulamamaktan söz ediyor. Aramızda, avukatlığını yaptığımız genler var. Onların gönlünü alarak; “Bir deniz bulamadık, binlerce Deniz bulduk”.

Avukatlığını yaptığımız çok sayıda “sanık” oldu.  Herkesin kendine göre özellikleri, ayırıcı nitelikler ve ayrı bir değeri olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle, özellikle bu yazıyı okuyan “sanıklar” hiç alınmasınlar. Mahkeme kapılarında yirmi beş yılı geçerken henüz  “o” Deniz’in avukatı olamadım galiba. Elbette dönem değişmiş, koşullar çok farklıydı. Nice genç, Deniz’in yolunda ömrünü bir mermi gibi kullandı. En küçük bir kazanım için aynı bedeli ödedi belki. Nicesi, değil Deniz olmak, insan olmanın bile çok görüldüğü koşullarda yaşamı yenmeye çalışırken yenildi.

Herkesin kendi koşulları içinde hakkını vermek bir yana, Deniz’in düştüğü mahkemeler hala fazlasıyla var, ama Deniz yok. Deniz’in Yusuf’un, Hüseyin’in yargılanma süreci, idam kararı hukuksal açıdan tartışıldı, irdelendi. Dönemin idam savunucuları bile günah çıkardı, büyük bir iki yüzlülükle. Öyle ki, çıkartılan günahlarla hem temizlenmeyi amaç ediniyorlar, hem de hala yapılan hukuka aykırılıkları bir nostalji imiş gibi öteleyerek, gizleme işlevini yerine getiriyorlar. Sicillerini temizleyerek, sanki denizlere “iade-i itibar” yapar görünüp, kendileri için bir  “iadei itibar” sonucu yaratmayı hedefliyorlar.

Bolu Dağı’nı geçerken bir kez daha anımsayıp, hep beraber söylediğimiz türkü ve sonrasında vardığımız sonuçtan, yani Denizlerin düştüğü mahkemelerde “avukatı ben olaydım” dan bir pişmanlık duymuyoruz. İçimizdeki ince sızı,  Denizlerin, insanı ve insanları, ülkesini tüm dünyayı aynı anda kucaklayan derinliğine sahip ardıllarının azlığını/eksikliğini duymaktan ileri geliyor.

Kişisel değerlendirmelerimin arasına “çoğul” bir “biz” sızıyor. Burada çoğul “biz”den söz ederken, kültürün genel tanımı gibi, geçmişte yaşadığımız, yarattığımız, sahip olduğumuz tüm iyi, güzel olan her şeyi içine alan bir solu ifade eden  “biz”  toplamını düşünüyorum.  Geriye dönüp baktığımızda pek çok olumsuzluklar da var. Sol olarak da, geçmiş tamamen yanlışsız, dosdoğru değil elbet.  İyi şeylerin toplamından oluşan bir “biz” tanımına ulaşırken yaptığımız olumlama, temize çıkarma olarak anlaşılmamalıdır. Bir yığın yanlışlar, eksikler,  yetersizlikler karnemizi süslüyor. Yaşımız bütün bunları eksiksiz anımsamaya uygun. Dahası anımsamanın bir zorunluluk olduğu unutulmamalı. Yine de temiz bir geçmişimiz var. Deniz gibi, Denizler gibi bir geçmişimiz var. Onlar bizim temiz sicilimiz.

Not: Bu yazı beş-altı yıl önce yazıldı.  Halit Çelenk’in 6 Mayıs’a bir kala ölümüyle birlikte yenden paylaşmak istedim…