Ertuğ Uçar, iki kitapla birden selamladı okurlarını. Biz de kitapları vesilesiyle ‘merhaba’ dedik ve deniz fenerlerini ve yazım serüvenini konuştuk.

Deniz fenerleri bana yazmayı  öğretti, bildiğim kadarını

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Deniz fenerlerini konu edindiği ‘Dünyayı Seyretmek İçin Bir Yer’ adlı anlatı kitabını merkeze alarak deniz fenerleri üzerine söyleştik.

Neden deniz fenerleri?

Aslında bunun sebebini bir çırpıda söylemek zor. Bu yüzden de bir kitap yazmıştım. 2017’de yayımlandı. Woolf’un İzinde kitabım 96 sayfada bu sorunuzun cevabını içeriyor. Bu esnada çocukluğumu, mesleğimi, hayatımın bir dönemini yarı kurgu yarı belgesel olarak anlatıyor; insan neden yazar, ne yazar, nasıl yazar sorularına cevap arıyor. Tabii, alıp okuyun demiyorum, sizi cevapsız bırakmak istemem. Kulağa biraz aşırı gelecek, fazla tesadüfi duracak ama şöyle diyebilirim: Öyle ya da böyle yazacaktım ve deniz fenerleri denk geldi. Bana yazmayı öğretti, bildiğim kadarını...

Yazılarınızdaki derinlik, hikâyelerin inandırıcılığı, bütün fenerleri gidip görmüşsünüz izlenimi yaratıyor. Gerçekten her birini gidip gördünüz mü?

Dünyada elli bin, ülkemizde yüz evli fener var diyelim. Ama fener fikri bir tane. Herkesin aklına aynı düşüncelerin üşüşmesine sebep olan tek bir imge var. Bir fener görmek yeter demiyorum tabii, ama bunu anlamak, bu konuda düşünmek ve derinleşmek için hepsini görmeniz de gerekmez haliyle. Türkiye kıyılarında 30’a yakın evli fener görmüşümdür. Bunların kimisi şehir merkezlerindeydi. Ücra burunlarda, sadece yürüyerek ulaşabileceğiniz uçlarda da fenerler vardı gördüklerim arasında. İskoçya ve İngiltere sahillerinde de birkaç fener ziyaret ettim. Bir derinlikten ve inandırıcılıktan bahsediyorsak bunun sebebi çok fener ziyaret etmek kadar fenerler ve komşu olduğu konular üzerine yazılıp çizilen çok şey okumuş olmamdan da kaynaklanıyordur.

Gördükleriniz arasında sizin için en özel fener hangisi oldu?

İskoçya’nın kuzey adalarının en kuzey ucundaki Muckle Flugga feneri, filmlerde, romanlarda rol verilen, vahşi kayalıkların ucuna yerleşmiş, bedeni dalgalarla yıkanan kartpostal fenerlerinin en güzel örneklerindendi. Aslında bir ada feneri; yazları ada olup karaya birleşiyor ve böylece ana karadan ona yürüyebiliyorsunuz. Korkunç kışlara sahne olan, vahşi bir coğrafyaydı, ama biz parlak ağustos güneşi altında ziyaret etmiştik. Öte yandan defalarca ziyaret ettiğim Gelidonya Feneri ve üzerine yerleştiği coğrafya beni en çok etkileyen yerdir. Dünyayı seyredebileceğiniz yer orasıdır işte.

Fenerlerin yalnızlığı ile insanların yalnızlığını kıyaslamaya kalksak, en yalnız kim ya da hangisi deriz?

Gelidonya burnuna uzun bir tırmanıştan sonra ulaştığınızda o burnun ya da oraya dikili fenerin yalnızlığını değil kendi yalnızlığınızı düşünürsünüz. Fener bu düşünceleri üzerine yansıtacağınız bir araçtır olsa olsa.

Fenerlerin gerçekten Dünya’yı izlemek için doğru bir yer olduğunu düşünüyor musunuz? Oradaki sakinlik yanıltıcı olmaz mı?

Deniz fenerlerini çekici, özel kılan şey içine yerleştikleri coğrafya oluyor. Bir fenerin inşa edileceği yer uzun hesaplar ve kimi zaman da kötü tecrübeler sonunda belirleniyor. Dünyayı seyretmek için bir yer tanımını, iki anlamda düşünebiliriz. Bir yanda o nokta gerçekten denizde ve karada olabildiğince geniş bir alanı taramak için seçilmiştir, panoramik bir manzaraya sahiptir. Dikkatli bakarsanız her şeyi göreceğinizi sanırsınız. Bu yanılgı diğer yandan da insanı kapanıp içe dönmeye, düşüncelere dalmaya teşvik eder.