AKP’siz hava sahasının sunduğu özgürlüğü derin derin içine çekme isteğiyle düşüyor akla o gitmeler. Hayatında alaturka tuvalet nedir bilmeyenler dağ başında bir kulübeye sığınmaktan bahsediyor. Akıllı telefonundan elini ayıramayanlar, yiyeceğim bir domat bir yumurta, giyeceğim bir gömlek bir hırka değil mi ki önünde sonunda, derken daha kaç kere yaşanır ki bir ömür, diye sorguluyor. Gitmese de gidebilme ihtimalini yastığının altına koyup o gecenin uykusunu mutlandırmak var. Despot babanın durmadan çocuklarını azarladığı dev bir oturma odasına döndü ülke. Nefes alabilecek pencereler arıyoruz. Bulantı had safhada.

***

Bir megalomaniye 1 milyar 370 milyon lira ödeyecek kadar büyük bir değersizlik hissiyle hızla batıyoruz. Bedenlerimiz, organlarımız, beş yaşındaki çocuklarımız hızla politize ediliyor. Sıyrılan sıdkımızı nasıl toparlayacağımızı soruyoruz şimdi birbirimize. Madden, 1 Aksaray’ın madencileri hayatta tutacak 2 bin yaşam odası ettiğini öğrenmenin tarifsiz huzursuzluğu içinde kıvranırken; manen 1 göz oda etmeyen o bin odadan ülkeye saçılan nefret tohumları toprağa düşmesin diye el ele, omuz omuza durmak gerektiğini ezber ediyoruz. Yine de işte, eksiltemediğimiz yalnızlıklar var.

***

Dersimli Alevi futbolcu Deniz Naki, geçtiğimiz pazar günü, devletlûnün zorunlu din dersinden muaf öfkeli gençler olarak tanımladığı IŞİD’cilerin saldırısına uğradı. Alevi, Kürt kimliğiyle özgürce yaşamak istediği ve IŞİD karşıtı mesajlar verdiği için... Deniz, adli makamlara başvurmadı. Ülkeyi, katillerin evi yapanlardan adalet talep etmedi. IŞİD karşıtı eylem yapan üniversite öğrencilerine, ellerini kollarını sallayarak girdikleri kampuste saldıran katillere seyirci kalan kolluk kuvveti hafızamızda taptaze duruyor; çünkü faşizm sokakta, okulda, köyde, şehirde, artık her yerde...

***

Deniz hakkını aramadı. Kimi kimden soracağını düşünüp vazgeçti. “Hepimizin gözü önünde Ethem’i katleden,” (katilini il il kaçıran), “Ali İsmail’i sokakta döverek öldürenler,” (arkadaşları dövmüştür diyenler), “14 yaşındaki Berkin’i öldürenler,” (acılı anasını meydanlarda yuhalatanlar), “Soma’da, Ermenek’te maden emekçilerini katledenlerin yargılanmadığı,” (fıtratında var diyerek cinayetlerin sorumluluğundan kaçıldığı), “Roboski’nin faillerinin ortaya çıkarılmadığı”, (kan parası verdik ya, dendiği) “ve buna benzer birçok önemli olayların aydınlatılmak yerine ‘karartıldığı’ ve kapatıldığı yerde adli makamlara başvurmanın bir anlamının olmadığını düşündüğümden başvurmadım.”

***

Parantez içlerini benim doldurduğum bu açıklamadan sonra Deniz Naki Türkiye’yi terk etti. Savunduğu değerlerden vazgeçmeden, anasının babasının yüreğine indirmeden, çevresindekilere ya bir şey olursa endişesiyle, vicdanlı olmanın onu hedef yapmadığı, toprağından uzak da olsa onu özgür kıldığını düşündüğü yere döndü. Ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılan Ahmet Kaya’nın ardından yıllar sonra günah çıkarıp faturayı eski Türkiye’ye kesen yeni Türkiye’nin mimarları, Deniz Naki’nin gidişine sessiz...

***

Aklımızdan geçen bir. Muhalifliğinden tahrik çıkarıp ona suç yazabilecek kapı gibi savcılarımız varken, adli makamlara faşist bir saldırıyı mı bildirecekti ki Deniz Naki. İnsanlığa karşı gözünün önünde işlenen suça sessiz kalmadı; vicdanını eksiltmedi diye mi savunacaktı kendini bir de, savundurturlar çünkü, biliyoruz...

***

“İnsanlar katlediliyorken susmak ihanettir. Eğer bu nedenler kriterlerinize uymuyorsa diyecek söz bulamıyorum.” Üzerine başka da diyecek bir şey yok hakikaten. Ancak, yaşadığı haksızlığın hesabının sorulmayacağından bu kadar emin olarak ülkeyi terk eden bir yurttaşın ülkeye bıraktığı utanç üzerinde ciddiyetle durulabilir pekâlâ... İnsanlar kendisine el sallamadı diye küplere binip sigarayı bile politize eden Cumhurbaşkanı’nın sakinleşip, inşa edilen bu güvensizlik hakkında acele tarafından düşünmesi gerekiyor. Bin odalı sarayı bu konforu kendisine sağlar diye düşünüyorum. Ancak olur da, duvarlardan bunalırsa, -ki beton sonuçta, yeni uçağı da kapıda- AKP’siz hava sahası öneririm kendisine. Özgürlüğü zihin açıyor.