Bugüne kadar hiç kimsenin herhangi bir tartışmada çıkıp “Bu yaptığın sağcılığa yakışıyor mu kardeşim” dediği görülmüş şey değildir, hele hele hiçbir solcu, karşısında bir sağcı varsa, bu cümleyi asla sarf etmez, çünkü bilir ki karşısındaki tam da sağcılığa yakışan şeyi yapmıştır, sağcılık zaten böyle bir şeydir. Oysa başta eli kalem tutanları olmak üzere liberaliyle, İslamcısıyla, milliyetçisiyle Türk sağı kendisini “sol standartları enstitüsü” gibi görmekte ve sıkça kimin “gerçek solcu” ve neyin “gerçek sol” olduğuna karar verebilmektedir.

Neden peki? Basit aslında: Sağcılar da içten içe bilirler ki eşitlik, özgürlük, adalet başta olmak üzere siyasal alana ait ne kadar olumlu kavram varsa, bunların asıl sahibi soldur, etikle politikanın ilişkisini sol kurmuştur, solda durmanın kendisi varoluşsal ve önsel olarak doğruda durmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla solun en ateşli muarızları dahi, yaptıkları şeyin bütünüyle çelişkili olduğunu bildikleri halde, zaman zaman solcuları gerçek solcu olmaya, gerçek birer solcu gibi davranmaya çağırabilmektedir.

Rıdvan’ın yaptığı tam olarak böyle bir şey değildir elbette, solcuları doğrudan hakiki birer solcu gibi davranmaya çağırmamaktadır ama arada bir bağlantı olduğu kesindir; “parkasız Deniz Gezmiş” tabiri, Türkiye’de anti-emperyalizmin, NATO’yla mücadelenin, ABD karşıtlığının gerçek sahiplerinin solcular olduğunun mutlak bilgisiyle, tartışılmaz gerçekliğiyle kurulmuş bir cümledir. Rıdvan “Neden Erdoğan’ı destekliyorum” sorusunu ancak buradan, bu benzetme üzerinden yanıtlayabilmiştir ki, durduğu yerden haklıdır; çünkü Türkiye sağının tarihinde bu mevzuya dair örnek alınabilecek, örnek gösterilebilecek tek bir figür dahi, evet tek bir figür dahi yoktur.

Rıdvan’ı bir kenara koyarak soralım, neden anti-emperyalizm denildiğinde bu ülkede akla Çatlı’lar, Kırcı’lar, Ağca’lar gelmemektedir de Deniz’ler gelmektedir, neden İslamcı/sağcı bir lideri güzellemek için sağın tarihinden herhangi bir figür bulunamamakta, Deniz’in parkasına müracaat edilmektedir?

Sorunun yanıtı yukarıda verilmişti aslında: Evet, bir Soğuk Savaş ürünü olarak Türk sağı, Demokrat Partisi’yle, Menderes’iyle, Demirel’iyle, Komünizmle Mücadele Dernekleri’yle, İlim Yayma Cemiyeti’yle, Fethullah’ıyla, Türkeş’iyle, komando kamplarıyla, Özal’ıyla, ABD’nin, NATO’nun, Pentagon’un, CIA’in, Glaido’nun koridorlarında, ofislerinde, laboratuvarlarında icat edilmiştir ve buradan anti-emperyalizm ya da Amerikan karşıtlığı çıkması eşyanın doğası gereği mümkün değildir.

Tam da bu nedenle, benzetmeye, benzetilen kişiden de önce “tarih bilinci” son derece gelişkin olan, yani geldiği yeri bilen bir ismin, Bahçeli’nin karşı çıkması ve “Deniz Gezmiş bir teröristtir” demesi şaşırtıcı değildir. Siyaseten varlık nedenleri Deniz’lerle, Mahir’lerle, Türkiye soluyla mücadele olanlar, nereden geldiklerini unutmamışlar, üstelik Rıdvan’ın sözlerinin yalakalığa yakışmayacağını söyleyerek bunun kriterlerini ancak kendilerinin koyabileceğini dosta düşmana ispatlamışlardır.

Peki Rıdvan’ın söylediklerinin bir “tesadüf” olduğunu düşünebilir miyiz? Kesinlikle düşünemeyiz. Hayır, “birileri kulağına üflemiş olabilir” anlamında söylemiyorum bunu, “söylettiler” demiyorum. “Tesadüf değil, çünkü zamanın ruhu bunu gerektiriyor, zamanın ruhu söyletiyor” diyorum. Zamanın ruhu ile ne kastettiğimin anlaşılması için ise 26 Kasım tarihli “Memlekete komünizm lazımsa…” adlı yazımdan şu satırları hatırlatmak istiyorum:

“Bu ülkede Atatürkçülük, anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm, tarihsel olarak solla, solun değerleri ve söylemleriyle anılır, Türkiye sağının ise bunlarla hiç işi olmamış, bilakis sağ kendisini bunlara duyduğu husumet üzerinden var etmiştir. Dolayısıyla Atatürkçü olunacaksa, emperyalizm karşıtlığı yapılacaksa, kapitalizm eleştirilecekse, bunların siyaseten asli sahibi olanlarla kavga etmek gerekmektedir.”

Rıdvan kavga etmeyi değil ama sola ait değerleri, değerlerin asli sahiplerinden çalmayı ve bu değerlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan biriyle özdeşleştirmeyi denemiştir, çünkü iktidara anti-emperyalizm adına verilebilecek bir destek için elde başka araç yoktur. Rıdvan’ın trajedisi de zaten burada başlamaktadır, solun bunu şiddetle reddedeceği zaten bellidir de, sağda da kendisini sahiplenen kimse olmamıştır.

Tüm bunlardan çıkan sonuç ise 45 yıl sonra dahi “Deniz’in parkası”nın bu topraklarda neyi sembolize ettiğinin görülmesi olmuştur. Deniz ve arkadaşları hâlâ aramızdadır, hâlâ bizimledir. Bize düşen ise bıraktıkları mirasa kıskançlıkla sahip çıkmaktır, hayır nostalji ve romantizm adına değil, uğruna ölüme gittikleri değerleri savunma adına. Eğer şu karanlık günlerde ve şu umutsuzluk zamanlarında bir ışık, bir umut aranıyorsa, buradadır, sembolize ettiği her şeyle birlikte Deniz’in parkasındadır.