Tarih derslerinde, Osmanlı Devleti’nin 1299 yılında kurulduğu öğretilir, ezberletilir, Oysa bu bilgi tartışmalıdır...

Tarih derslerinde,  Osmanlı Devleti’nin 1299  yılında kurulduğu öğretilir, ezberletilir, Oysa bu bilgi tartışmalıdır.

Büyük tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yine başka bir büyük tarihçi olan Enver Ziya Karal ile birlikte tamamladıkları sekiz ciltlik  “Osmanlı Tarihi” adlı dev yapıtta, kuruluş tarihine ilişkin geniş değerlendirmelerde bulunup, devletin temel kuruluşunu Orhan Bey’e kadar uzatırlar. Buna karasal kuruluş da diyebiliriz. Çünkü bu tarihlerde Osmanlının tek bir teknesi yok. Ama bu tarihten çok önceleri Salpakıs Menteşe, yani Sahil Beyi Menteşe önderliğinde, Antalya’dan yola çıkan Türkmenler deniz yolunu kullanarak  Fethiye‘ye gelip burada, karadan içerilere ilerleyerek Menteşe Beyliğini kurmuştur. Beylik, mükemmel bir donanmaya sahip olmuş ve Rodos kısa bir süre için işgal edilmiştir. Yine ticaret gemileri ile (Uzunçarşılı’nın anlatımıyla), “frenk memleketleri, İskenderiye ve civar adalarıyla da ticari münasebetlerde bulunmuşlardır.” Venediklilerle ticari anlaşmalar yapılmıştır. Konsolosluklar açılmış ve bu yolla diplomatik ilişkiler dahi kurulmuştur.

Sonra ne mi olmuştur; merkezi Osmanlı yönetimi Beyliği ele geçirmiş,  Anadolu’nun o yöresinde yaşanan altın çağ sona ermiş, deniz ticaretini ve taşımacılığını da “Batılı” gemiciler ele almıştır.

Menteşe beyliği dışında başka bir başarılı denizcilik örneğini Aydınoğlu Beyliği’nde görmekteyiz. Bubeylik de, karadan ve denizden Bizansa yürmüş, kuşatmış ve Bizans’ın iç politikasında belirleyici bir işlev görerek, geri dönmüştür. Yani Bizans’ı Osmanlı’dan önce “kuşatmıştır”.

Beyliklerde durum bu merkezde iken, Kara İmparatorluğu Osmanlı, Yıldırım Beyazıt zamanında İstanbul’u karadan kuşatmış, ama kuşatılan kente denizden gemilerle yardım gelmesinin önüne geçilememiştir.

Osmanlı donanması, bir başka büyük tarihçi Halil İnalcık‘a göre II. Beyazıt zamanında oluşturulmuştur. Uzunçarşılı ise, donanmanın tam olarak kurulma tarihini Yavuz’a kadar uzatıyor.

Hep denildiği gibi, bizler Orta Asyalı göçerler olarak denizi sonradan görmüşüz. Ancak denizci olmadığımıza, denize ve deniz kültürüne uzak olduğumuza ilişkin aşağılık kompleksinden de kurtulmamız gerekir. Koşullar ve tercihler bileşkesinde pekala denize ilişkin bir başarı elde edilebiliyor. Küçük bir beylik olan Menteşe Beyliği bunun başarılı bir örneği. Osmanlı‘nın biriktirmeye (üretmeye değil) yönelik ekonomisi bu anlamda denizi es geçmiştir. Oysa salt Akdeniz’in sunduğu, sunabileceği olanaklar  farklı tarihsel tablolar yaratabilirdi. Nitekim Avrupa bu olanakları fazlası ile kullanmıştır.           

Şöyle bir denklem kurabiliriz; Batı=Avrupa=Akdeniz. Bu denklemde baskın bir unsur daha var; din, yani hristiyanlık. Önerilen denklemin dışında da elbet farklı yön ve yüzler var. Yoksa daraltıcı bir yaklaşım, denizin ve Akdeniz’in ruhuna aykırı düşer.

Sevgili Ümit Otan’ı haklı çıkarmak adına, tatil üzre olan bu yazıyı, eski bir çalışmadan özetlemekteyim… Deniz henüz bitmedi, yazısı da…

Haftanın dizesi; “Bir acılık var, çayı bitirdim ama çaydan değil, hiç değil” (Oğuz Özdem, Şiirden, Kasım-Aralık 2010)