Bir filmin dünyayı değiştirmesini beklemiyoruz elbette ama filmin suçlular tarafından kucaklanması, filmin eksiklerinin de bir göstergesi

Denizdeki Ateş: Yaşayanlar ve ölenler

Berlin'de en iyi film seçilerek Altın Ayı ödülünü kazanan "Denizdeki Ateş" üzerine İstanbul Film Festivali'ndeki gösteriminin ardından yazmıştım. Film, Sicilya'nın açıklarındaki küçük Lampedusa adasına gelen Afrikalı ve Ortadoğulu göçmenler ile ada halkını ve özellikle de adalı bir çocuk olan Samuele'yi anlatıyor.

Yönetmen Gianfranco Rosi, daha önce Sacro GRA adlı filmiyle Venedik'te Altın Aslan almanın da kendisine kattığı prestijle özel izinler edinmiş ve sahil güvenlik gemileriyle Akdeniz'de mülteci gemilerinin izini sürebilmiş. Bu gemilerde yaşananların ne kadar korkunç olduğunu anlatmak da, izlemek de zor. Birçoğundan zaten sadece gelen telsiz seslerini duyuyoruz. Panik halinde insanlar "batıyoruz, yardım edin lütfen" diye seslenirken, bu sesleri yüzlerce kez duymuş olan sahil güvenlik görevlileri "sakin olun" ve "koordinatlarınızı bildirin" diye cevaplamaktan başka bir şey yapmıyor, yapamıyor çoğunlukla. Sabah olup da geminin bulunduğu tahmini yere ulaştıklarında çoktan batmış gemiye ulaşamıyorlar. Çocuklarıyla birlikte ölürken sakin olamayan insanlardan bir iz bulunamıyor.

İki görüntü arasında fark ne?
Bazen de gemilere ulaşılıyor. Can çekişen insanlar taşınıyor öncelikle. Can çekişen insanları göstermek bana sorunlu geliyor. Bu imgelerin çarpıcılığı tartışılmaz ama bu insanlar Beyaz Avrupalılar olsaydı yönetmen bu görüntüleri aynı açıklıkla gösterir miydi? Peki, göstermesin mi? Bilemiyorum. Bir keresinde Habertürk sırtında saplı bir bıçakla ölü bir kadının fotoğrafını basmıştı. Haklı olarak çok öfkelenmiştik. Bu görüntülerin de çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Kişi haklarına saygı sınırını bir yandan aşıyorlar, öte yandan bu görüntüler insanın içine oturuyor. Belki bir işlevi olur diyorsunuz ama olmadığı da açık. Alman Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier ödül töreninde "Denizdeki Ateş"in ödül almasını coşkulu alkışlarla karşılamıştı. Sonra aynı bakan mültecileri Türkiye'ye sattı. İtalya Başbakanı Renzi de filmin DVD’sini bir sonraki AB mülteciler konferansında dağıtacağını açıklamıştı. Bir şey değişmedi. Ne can çekişenlerin ne de üst üste yığılmış ölü mültecilerin görüntüleri bir etki yapmadı. Bir filmin dünyayı değiştirmesini beklemiyoruz elbette ama filmin suçlular tarafından kucaklanması, filmin eksiklerinin de bir göstergesi bence.


Samuele’nin hayatı
Filmde mültecileri bir keresinde, yaşadıklarını hikâyeleştiren bir şarkıyı söylerken de görüyoruz. Bu onlara en fazla yaklaştığımız an. Yoksa herhangi biri bir birey olarak ortaya çıkarılmıyor. Birey olarak ortaya çıkan ise Samuele adlı çocuk. Samuele'nin hayatı mülteci krizinden bağımsız bir şekilde sürüyor. Samuele, kaktüslere sapanla ateş ediyor, spagetti yiyor, göz doktoruna gidiyor. Sol gözünün tembel olduğu ortaya çıkıyor. Yönetmen bunun bir metafor olduğunu söylemiş. Batı’nın mülteci sorununa kör olduğunun metaforuymuş. Ben ikna olmadım bu metafora. Bir gözü tembel olan bir çocuk, bir gözü tembel olan bir çocuktur. Avrupa’nın politikalarını eleştirmek daha kapsamlı bir bakış gerektirir.

Lampedusa'nın sakin hayatıyla, mültecilerin trajedisinin paralel anlatılması ne anlama geliyor? Adalıların hayatının etkilenmediği, iki dünyanın birbirinden uzaklığı mı anlatılan? Ama yine İstanbul Film Festivali'nde gösterilen başka bir belgesel olan "Lampedusa'da Kış"ta iki dünyanın kesiştiği yerleri de görüyoruz. Lampedusa'da da mülteciler için mücadele eden aktivistler var. Hem Rosi, iki dünyanın birbirinden kopukluğunu anlatıyorsa, bu Lampedusalılara bir eleştiri olmalı. Oysa yönetmen filmi ada halkına ithaf etti, ödül töreni konuşmasında. Bu kadar konuyla alakasızlarsa niye bu ithafla ödüllendirildiler?

Bir iyi niyet var. Ama!
Rosi, bu konuya duyarsız olsaydı bu filmi yapmazdı. Ortada bir iyi niyet var muhakkak. Ama mülteci sorununa tarihsel ve siyasal bir perspektifin olmayışı, filmin bizatihi suçun failleri tarafından kucaklanmasını kolaylaştırıyor. Mülteci sorunu bir doğal felaket değil. Denizin yuttuğu insanların anonim acıklı hikâyesinden öte bir şey. Emperyalizmin başrolde olduğu tarihsel bir sürecin sonucu. Her film, tarihi başından alıp anlatmakla yükümlü değil elbette. Ama işte, ortada bir sorun da var. Çok şahane kameralarla, çok özel izinlerle yapılan bu film nihayetinde insanı üzmekten başka bir şey yapamıyor. Bu da bir şey mi? Evet, bir şey.