Sitem Ateş, üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen yüzünü değil sırtını denize dönmüş insanların yaşadığı coğrafyada, okyanusa açılmış bir kadının hikâyesini anlatıyor. El İncesi, denizde yazılmış bir deniz, yolculukta inşa edilmiş bir yol kitabı

Denize değen kadın eli: El İncesi

FERHAT ULUDERE

Chiviyazıları Yayınevi tarafından yayımlanan ‘El İncesi’nde sular yükseldikçe deniz ile birlikte kabaran duyguların girdabında boğulan anılar, yiten umutlar ve insanı insan yapan tüm değerler okyanusun yalnızlığında bir kez daha yorumlanıyor. Sitem Ateş, sadece denizi değil, erkeklerin hüküm sürdüğü bir gemide tek başına kadın olmaya da odaklanıyor…

» ‘El İncesi’nin ana duygusundan başlayalım… Nedir gitmek ya da yolda olmak?
Her birimiz için, içini farklı anlamlarla doldurduğumuz güvenli kıyılar ya da bizi o kıyılara bağlayan ince detaylar söz konusudur. Bu detayları durduğumuz yerlerde, güvenli kıyılarımızda keşfetme şansımız yok denecek kadar azdır. Bu yüzden bir iç sesin “git” diyebilen büyüsü, yolculuğun bilinmez çekiciliğiyle karşılaşınca, artık başka türlüsünü yapamayacağınız, yaşayamayacağınız bir çekime kapılmış; görmenin, tanık olmanın ve anlatmanın kudretinden sakınamayacağınız bir gerçeğe teslim olursunuz. ‘El İncesi’, benim için böylesi bir teslimiyetin ifadesidir.

» Türkiye’de eşine az rastlanır bir mesleğiniz var. Denizcisiniz…
Erkeklerin hâkim olduğu bir alanda henüz yeterince varlık da gösterebilmiş değiliz fakat biliyorum ki hem dünyada hem de Türkiye’de artık kadın eliyle de güzelleşen denizler, tekneler, gemiler var.

» Denize açılma hikâyeniz nasıl başladı?
Bütün tekneler için, denize açılmadan evvel yapılması gereken hazırlıklar vardır. Yalnız limanın dışına, karşı bir adaya da çıkabilirsiniz, uzun bir açık deniz yolculuğuna veya okyanus aşırı bir sefere de… Kaçınılmaz olan ön hazırlıktır. Önce düşlerde başladı, hem de vıcık vıcık bir iş hayatının içindeyken. Sonra harita üzerinde süren seferlerim ben farkında olmadan yelkenlerimi şişirmeye başlamıştı bile. İlk uzun seferime bir ticaret gemisiyle çıktığımda, bir düşe ulaşmanın dışında bir duyguyla, garip bir tamamlanmışlık duygusu hissetmiştim.

» ‘El İncesi’ ait olmak ya da bir yere ait olamamak gibi pek çok duyguya odaklanıyor. Ama biraz uzaklaşınca herkesin denize ait olduğunu hissediyor okur…
Bir gemiyle ilk seferime çıktığımda hissettiğim ilk şey, o zamana dek bildiğim tüm anlamlarıyla güvenlik duygumu kaybettiğim olmuştu. Sonrasında ilk uzak seferimde ve aylar süren yolculuğumun sonunda eve döndüğümde, gerçekte kaybettiğim en önemli şeyin o zamana kadar sahip olduğumu zannettiğim her şeyle birlikte ve gerçek anlamda aidiyet duygusu olduğunu kavradım. Dilim, uyruğum, memleketim, milliyetim, evim, gardırobum, hepsi kendi başlarına anlamlı ama evrensel bir aynada çok renkliliğin küçük birer parçalarıydılar sadece. O zamana kadar da bu kavramlarla çok hemhal biri değildim zaten. Fakat sonra gemiye giderken yanımda götürdüğüm bavulla, o zamana dek yüklendiğim tüm kodlar, gardırobumda veya bavuluma giren kıyafetler gibi, aslında ihtiyacım olandan fazla, her zaman her yerde giyinip kullanamayacağım şeylerle doluydu. Çeşitli nedenler, dürtüler ve ihtiyaçlarla sahip olduklarım, farkında olmadan bana sahip olan şeylere dönmüştü. Ve hepsi çok ağırdı. Ne bir bavulda, ne de aklımın, kalbimin içinde taşıyabileceğim şeyler değillerdi. Zamanla bir şeyleri, bazı fazlalıkları arkada bırakmak veya geçtiğim okyanusların derinliğinde eritmek gerektiğini kavradım.

Herkesi eşitleyen gerçeğine bakınca, herkes oraya, denize ait değilse de, evrendeki ilk canlı organizmanın bir okyanus kenarında oluştuğu bilgisi, belki de çok derinde, kolektif genetik belleğimizin mirasıdır.

» İngilizcede gemi dişi olarak tanımlanır. Erkek dünyasının en dip mekânlarından biri olmasına rağmen ‘El İncesi’ndeki yolculuk dişi bir gemide geçiyor sanki…
Gemide bir kadının varlığı, oradaki erkek dünyayı ve erkeklerin dünyasını bir şekilde etkileyen ve disipline eden bir gerçektir. Kaba bir erkek ortamından uzaklaştıran bir etkidir. Buna rağmen geminin çeşitli alanlarında ve farkında olunmadığım ortamlarda o erkek dilini, gün yüzü görmemiş sözleri duyup, gözlemlediğim oldu. Ancak ‘El İncesi’ndeki anlatıcım Mösyö Third, Üçüncü Bey, yapısı gereği zaten oldukça hassas ve yumuşak başlı bir adam olduğu ve birçok gemicinin de amiri sayıldığı için, onun yanında da dilin değiştiğine, insanların küfür ve kaba hallerden uzaklaştığına kendisi de şaşırarak tanık oluyor. Bir de gemide önce bir, daha sonra ikinci kadının da varlığıyla diğer herkesin daha özenli olduğu veya buna zorlandığı gözleniyor. Zaten dişi kabul edilen geminin yanına iki kadın daha eklenince, dil de, ortam da değişiyor haliyle.

» Türkiye’nin üç tarafı denizle çevrili olmasına rağmen Türkçe edebiyatın bu kadar denizden uzak olmasını neye bağlıyorsunuz?
Bu yalnız Türkiye’ye özgü bir durum değil sanırım. Dünyanın birçok yerinde denize büyük kıyıları olan başka ülkelere baktığımızda da benzer bir tablo görebiliyoruz. Bunda sanırım ilk ve en önemli neden denizci bir toplum olmayışımız. Deniz edebiyatı kadar, aslında kültürel ve ekonomik olarak da uzağız denize. Hem teknolojik olarak, eğitim ve materyal olarak, hem de edebi olarak. Denizin sayısız insan hayatında vazgeçilmez rolleri olmasına rağmen, gündelik dilde veya sanatsal alanlarda kullanımı konusunda yeterli donanıma sahip olanların da az olması bir başka faktör. Denizi sevmek, denize bakmak, kıyısında yaşamak ona dair bir şeyler üretebilmek için önemli olsa da, denizciliği gerçek anlamda bilen, oradan gelen yazıyor. Açık denizlerdeki bilinmezlikler çok ilgi görse de, o sahanın sanatsal yaratıya aktarımı hakikaten sınırlı.