Türkiye’de 1960’ların ilk yarısından itibaren göreceli de olsa bir “politik bahar” yaşanıyordu. 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) aleni olarak sosyalizmi savunuyor, emekçiler için “iktidarın” mümkün olduğunu anlatıyordu.

Daha sonra devrimci öğrenci liderleri arasında yer alacak olan Aydın Çubukçu 17 yaşındayken Sivas TİP İl Merkezi’ne gidiyor. Partide görevli Ali adında bir işçi vardır. Yaşı tutmadığı için Aydın Çubukçu’yu üye yapamayacağını söyleyen işçi Ali, “ama sen partiye gel, burada yapılacak epeyce iş var sana” diyor:

“Yalnız çok çalışacaksın, devrime beş yıl kaldı!”

Bu anekdotu anlatan Aydın Çubukçu şu eklemeyi de ihmal etmiyordu:

“Sadece Sivas’taki işçi Ali değil Türkiye’de herkes devrim olacağına inanıyordu!”

O yılların siyasi ve toplumsal havası bu yöndeydi.

Yaşandığı dönemde Türkiye’yi sarsan 68 Kuşağı hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı. O dönemin ansiklopedilere, kitaplara geçmiş kahramanları bugün (2022 itibarıyla) 70’li yaşlarını sürüyorlar... Gencecik yaşlarında tarih oldular. Bir bölümü idam edildi, silahlı çatışmalarda öldürüldü, sağ kalanlarıysa uzun yıllar hapislerde yattı...

Göze aldıkları az şey değildi, devrim yapmak için yola çıkmışlardı. Arkalarında onurlu bir tarih bıraktılar. Giriştikleri hareketin faturasını çok ağır ödediler.

68 Kuşağı’nın "genç yüzü" vardı. Yaşları 18 ile 25 arasında değişen öğrenci önderleri yürekli oldukları kadar çalışkan, neşeli, esprili, şakacı gençlerdi. Hayattan tat almasını biliyorlardı.

***

Mesela, İstanbul Üniversitesi öğrencileri derslerden ve eylemlerden arta kalan zamanlarda Beyazıt’taki Çınaraltı çay bahçesinde oturup sohbet ederlerdi. Eğer gündemde protesto gösterisi, işgal, boykot gibi bir “hareket” yoksa konuşmalar, "Türkiye’yi kurtarma" ekseninden uzaklaşıp yaşlarının gereği olan aşk kulvarına girerdi.

Yine böylesi bir ortamda İktisat’tan Mehdi Beşpınar ve Hukuk’tan Deniz Gezmiş birkaç arkadaşıyla çay içiyorlar. Üniversitenin en güzel kızlarından "Tıbbiyeli Modesty" de iki masa ileride oturuyor.

Modesty, o yıllarda Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir çizgi romanın siyahlar içindeki esas kızı... Bu Tıbbiyeli kız da, siyah deri pantolon siyah deri ceket giyiyor. Siyah saçları ve kömür karası gözleriyle çizgi romandan çıkıp üniversiteye düşmüş gibi duruyor. Bu benzerlik yüzünden kıza Modesty adı takılıyor.

Bizimkilerin masada Modesty’nin ulaşılmazlığı üzerine derin tahliller yapılırken Deniz, zor işlerin adamı olarak ortaya atılıyor:

"Ben şimdi gider bu kıza bir ilan-ı aşk ederim, yarım saat içinde götürür Beyazıt Kulesi’nde onu öperim!"

Arkadaşları da onu yüreklendiriyor:

"Oğlum hayal görme, sen kime ilan-ı aşk ettin ki?"

Deniz, cümlenin sonunu beklemeden kalkıp Modesty’nin masasına gidiyor. Kendisini ajitatif bir girizgâhla tanıtıyor:

"Ben, Amerikan emperyalizmine, Sovyet revizyonizmine, Romen dejenerasyonuna ve Yugoslav soytarılığına karşı mücadele eden Türkiyeli devrimci Deniz Gezmiş!"

Kız şaşırıyor ama Deniz’i tanıdığını da zarif bir biçimde belli ediyor:

"Aaaa biliyorum, deli misin nesin?"

Deniz, ilan-ı aşk gerekçesini de ideolojik bir temele dayandırıyor:

"Biz devrimciler her şeyin en iyisini, en güzelini isteriz. Burada en güzel sensin! Seninle arkadaş olmak istiyorum."

"Çekil git başımdan!"

"Hayır oturacağım."

Deniz, Modesty’nin masasına oturuyor. Olayın "tarihi tanığı" Mehdi Beşpınar bundan sonrasını şöyle anlatıyor:

"Yarım saat dolmadan masadan birlikte kalktılar. Biz de elli adım arkalarında yürüyerek takipteyiz. Beyazıt Kulesi’ne girip yukarı çıktılar. Yukarıda ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü biz aşağıda kaldık."

Deniz’le Modesty’nin arkadaşlığı 29 Ekim 1968’de başlayan Samsun-Ankara arasındaki Mustafa Kemal Yürüyüşü yüzünden sona eriyor. Kız "yürüyüşe ben de katılacağım" diyor. Deniz "olmaz" diye diretiyor. Kız da inatçı... Son sözü Deniz söylüyor:

"Şu andan itibaren seninle aramızdaki her şey bitmiştir!"

***

Bir eylemden sonra Deniz Gezmiş, Bozkurt Nuhoğlu, Raif Ertem, Mustafa İlker Gürkan ve Mehdi Beşpınar’ın aralarında bulunduğu 9 öğrenci lideri tutuklanıp Sultanahmet Cezaevi’ne konuluyor.

Deniz, cezaevinde de halkla bütünleşme çalışmalarını sürdürüyor. Sultanahmet’in en azılı mahkûmuyla sıkı dostluk kuruyor. Arkadaşları onu uyardıklarında ise Deniz son derece geniş açıklamalar yapıyor:

"Siz karışmayın, bir iş kotarıyoruz!"

“Bu lümpenle Deniz’in ne işi olabilir?” diye düşünürlerken adam bir gün Bozkurt Nuhoğlu’na geliyor. Nuhoğlu soruyor:

"Deniz seninle ne konuşuyor?"

"İyi güzel şeyler konuşuyoruz ama bi’ şeye kafam takılıyor."

"Nedir o?"

"İstanbul’a Amerikan 6. Filosu gelecekmiş. Deniz Abi dedi ki, bu gemilerden birini kaçırabilir miyiz? Tamam gemiyi kaçırmak kolay... Ama biz Akdeniz’e inince bu gemiyi kime satarız?"

***

Hepsi çok gençtiler. Göze aldıkları şey az buz değildi. Türkiye’de devrim yapacaklardı! Ödeyecekleri bedeli de biliyorlardı. Ölümle dans ediyorlardı. O kadar ki, ölüme giderken bile “şaka” yapmaktan geri durmuyorlardı. 6 Mayıs 1972 sabahı Deniz Gezmiş idama götürülürken, kendilerinden sonra dördüncü sırada bulunan idam mahkûmu olan Mete Ertekin’e şöyle seslenebiliyordu:

“Meteee korkma sen gelene kadar orayı da örgütleyeceğim, merak etme!”

Bu hikâyeleri daha geniş versiyonu İBB Yayınları’ndan yarın (6 Mayıs 2022) akşam CRR’de yapılacak bir anma toplantısından sonra piyasaya da verilmiş olacak. 68’in birinci tanıkları yaşadıklarını yazdılar, idamların 50. yılında:

Denizlere Çıkan Sokaklar!