Tanrı-krallar yeryüzünü göksel bir plana göre durmadan kodluyor. Ve medya, başımıza ne geliyorsa göklerden geldiğini söylüyor, teslim olmanız ve boyun eğmeniz gerek. Yalan! Başımıza ne geliyorsa yeryüzünden geliyor; yeryüzünde yaşamayı bilmememizden ya da işin kolayına kaçıp göksel plana sığınmamızdan

Yolun başındaki levha uyarıyor: “Yolda deplase çalışması var. Lütfen alternatif yolları kullanın.” “Deplase”, şık bir sözcük; Fransızcanın seçkin tınısı, hafriyatın çamurunu, tozunu, toprağını nezihleştirmeye yetiyor. Deplase: yer değiştirme, yerini değiştirme. Deplase yol çalışması; mevcut alt yapının yerinden çıkarılıp başka bir yere taşınması. Zorla yerinden yurdundan edilen insanlar için de kullanılıyor. Biyo-iktidarın eline düşmüş bir toplumda deplase çalışmaları hiç biter mi? Savaşlar ve iktidarın elinde bir savaşa dönüşen doğal felaketler durmadan bizleri deplase ederken, hâlâ Fransızcanın şık tınısını duyabiliyor musunuz? Yoksa kulaklarınızı tırmalayan bir sese mi dönüşüyor?

İnsan, gök ile yer arasında asılı kalmıştır; hümanizm manifestosu olarak bilinen Pico della Mirandola’nın 15. yüzyılda yazdığı metin böyle söylüyor. Ya kendini göksel bir imgeye göre tasarlayacak ya da yeryüzünün süfli bir yaratığına dönüşecek. Ve kendimizi göksel bir imgeye göre tasarlamaya karar verdiğimizde, tıpkı göklerin değişmeyen hakikati gibi kendimize değişmeyen bir yüz edindik ve bu yüzü bir mühür gibi her yere bastıkça yeryüzünü, yeryüzünün ekosistemlerini “deplase” ettik. Oysa yaklaşık 30 bin yıl öncesine dayanan ve Venüs olarak adlandırılan kadın heykelciklerinin yüzleri yoktur; göçebe insanların yüzleri, henüz yerin akışkan yüzünden ayrılmamıştı çünkü. Yerleştikçe dilimiz de yüzümüz gibi katılaşıp taşıllaştı. Yazı öncesi göçebe dilin taşıl kaydı var mı?

Yerleşiklerin kavramları da taşıllaşmıştır. Göksel imgeye göre anlamlar yüklediğimiz kavramları yeryüzünü sabitlemek için kullandık. Akışkan kuvvetlerin mekânı yeryüzünü, göksel kavramlara göre haritalandırmaya kalkıştıkça, yeryüzü haritalarımızı fay kırıklarıyla parçaladı. Akıllanmadık; yeryüzüne sığınmak yerine, yine gökyüzüne sığındık ve başımıza gelenleri, göksel ilahların bizi cezalandırması olarak düşündük. Oysa bir cezalandırıcı varsa şayet, bu göksel değil, yerseldir; yeryüzünün içkin kuvvetleri. Deprem bir cezalandırıcısıysa şayet, kendinizi göksel bir haritaya göre akışkan bir düzleme yerleştirmenizi cezalandırıyordur; akılsızlığımızı. Deprem, göklere yerleştirip taşlaştırdığınız kavramlarınızı paramparça ediyor. Darwin bunu 1835’de bizzat yaşadığı bir deprem sırasında kavramıştı: “Kötü bir deprem en köklü kavramları alt üst edebiliyor. Sağlamlığın simgesi olan toprak, tıpkı bir sıvı üzerinde yüzen bir kabuk gibi ayaklarımızın altından kaydı” (A. Moorehead, Darwin, YKY).

Sadece kavramlarımızı mı? Göksel bir imgeye göre inşa ettiğimiz ve yeryüzüne bir mühür gibi bastığımız yüzlerimizi de. Deprem, mülkiyet göstergeleri mühürleri, fay hatlarıyla tam orta yerinden kırabiliyor. Kırılan, kalın duvarlarla kendilerini yeryüzünden ayıran öznelerdir. Kristeva’nın “abject” ya da iğrenç dediği, bizi yeryüzüyle ilişkilendiren bedensel sıvılarımızdır. Biz yerleşikler, yeryüzünü akışkan yapısıyla iğrenç bir nesneye dönüştürdüğümüzde, yeryüzünün “iğrenç” bakışından korunmak için, Lacan’ın tabiriyle “imge perdesi” üzerinde yeryüzünün evcil imgelerini, temsillerini ürettik. Ve temsillerden kendimize bir kozmoz yarattık. Bizi temsillerin içine kapatan, göklerde keşfettiğimiz kozmozdur. Kutsal bir düzen fikri, bize göklerden geldi. Düzen aşkıyla durmadan gökleri gözlerken, yeryüzünü göremedik. Bugün de aynı hatayı yapıyoruz. Bugün göklerin yerini medya almıştır. Hakikat sonrası bir çağda yalanları, meşruiyetini göklerden alan tanrı-kralın egemenliğindeki medya üretiyor.

Tanrı-krallar yeryüzünü göksel bir plana göre durmadan kodluyor. Ve medya, başımıza ne geliyorsa göklerden geldiğini söylüyor, teslim olmanız ve boyun eğmeniz gerek. Yalan! Başımıza ne geliyorsa yeryüzünden geliyor; yeryüzünde yaşamayı bilmememizden; ya da işin kolayına kaçıp göksel plana sığınmamızdan. Ve yeryüzünün göçebe kuvvetleri despotun kodlarını yerle bir ettiğinde kendimizi güçsüz, yersiz yurtsuz hissedip tekrar despota sığınıyoruz. Ve despot bizi “deplase” ederken, bir kez daha göksel plana göre kodluyor. Alternatif yollar yeryüzündedir, icat edilmeyi bekliyorlar. Hakikat sonrası bir çağda hakikati ve hakikatle birlikte güçlenmeyi mi arzuluyorsunuz? Göklere değil, yeryüzüne bakın, yeryüzünün göçebe kuvvetlerine! Onlar bize hakikati söylüyor.