Böylesi bir günde başka bir konudan söz etmek olanaksız. Radyosu, televizyonu, gazetesi ile tüm medya ilk andan beri sürekli İzmir’den deprem yayını yapıyor.

Kesintisiz yapılan deprem canlı yayınları yalnızca AKP Genel Başkanı’nın Van’daki, Samsun’daki parti il kongreleri ve Cumhurbaşkanı’nın parti kongresi vesilesiyle gittiği illerdeki açılışlarla kesiliyor.

1932’de, anayurdun dört baştan demir ağlarla örüldüğü yıllarda açılan Samsun-Sivas demiryolunun modernizasyonu töreni için kameralar İzmir’den Samsun’a döndüğünde; “Bu demir yolu hattı lojistik taşımacılığına yepyeni bir ivme kazandıracak. Gelen ve giden yüklerin çok hızlı taşınması sağlanacaktır”, dedi Cumhurbaşkanı.

Bu satırlar yazılırken, depremden 65 saat sonra canlı olarak ulaşılan 3 yaşındaki Elif bebeği sıkıştığı yaşam boşluğunda bulan İstanbul İtfaiyesi’nin arama kurtarma elamanı, gözyaşlarıyla bir can kurtarmanın insana neler hissettirdiğini anlatıyordu.

Gerçekten de Türkiye arama kurtarma konusunda olağanüstü bir deneyim biriktirdi ve dünyanın en iyilerinden biri oldu. Bu türden felaketlerden canlı kurtarma oranımız dünya ortalamasının üzerine çıktı!

Bu iyi tabii, ama ne pahasına?

Birbiri ardına gelen felaketler, henüz biri hafızalarımızdan silinmeden tekrar eden depremler ve mucize olarak kurtarılanlar yanında, yüzlerle kaybettiğimiz canlar pahasına.

Rant düzeninin, kentin yağmalanmasının, tarım alanlarına doğru dürüst zemin etütleri yapılmadan binalar dikilmesinin, o süreçlerdeki denetimsizliğin, olmayacak binalara inşaat ruhsatları verilmesinin ve sonu gelmez imar aflarının son resmi oldu İzmir depreminde yaşadıklarımız.

Deprem değil bina öldürür” diyerek, altını doldurmadan dillerimize pelesenk ettiğimiz bu bildik hikâyenin yanı başına bir de yönetim felaketi geldi yerleşti son yıllarda!

Bütün olanakların seferber edilmesi ve en küçük katkının bile heba edilmeden koordine edilmesi gereken felaket günlerinde, en yetişmiş elemanların ve donanımlı kurumların dışlandığını gördük yine. İzmir’in mimarları, inşaat mühendisleri, herhalde odaları pek makbul olmadığından iktidar nezdinde, dışlandılar süreçten.

İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi; “Odamız konuyla ilgili Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri ile depremin ilk saatlerinden itibaren sürekli irtibat halinde sürecin içerisinde olmaya çalışmış ve hasar tespit çalışmalarında yer almak için, gerekli eğitimi almış deneyimli meslektaşlarımızın bilgilerini Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü`ne bildirmiştir. Ancak … tarafımıza ulaşan bilgide, ‘Diğer illerden kalabalık bir ekibin katılım sağladığı ve Odamızla ilgili organizasyon yapılamayacağı’ söylenmiştir”, açıklaması yapmak zorunda kaldı.

Memleketin yukarıdan aşağıya kutuplaştırılması böylesi felaket dönemlerinde bile yüzünü gösteriyor.

Çirkin bir kötülük, daha önce “muhafazakâr” olarak bilinen kentlerimizi de vuran bir depremin İzmir’i vuruşunu, din sosuna buladıkları tiksindirici bir nefret söylemiyle İzmir’in “özelikleri”ne bağlayabiliyor.

Her şeyi “en iyi ben bilirim” tarzının insanlığı sadece uçuruma götürdüğü belli olalı ve yönetimlerde “kolektif liderlik” anlayışı öne çıkalı çok oldu. Ne yazık ki, biz hâlâ, bu tür felaketlerde bile, katkı verecek pek çok kurumu dışlayan bir anlayışla yönetiliyoruz.

Binaların yıkılmasından sorumlu olanlar, enkazlar üzerinde şov yapıyor.

Son enkaz da kaldırılıp, altındaki son insan da çıkarılınca bu canlı yayınlar bitecek. Mevcut rant düzeni ve “kolektif liderlik”ten uzak yönetim anlayışı değişmedikçe, geleceği kesin ilk yeni depremde biz yine aynı şeyleri konuşuyor olacağız.

Not: Gazetecilik, “gazeteci” ismini en fazla hak eden isimlerden birini, Robert Fisk’i kaybetti. Onun mesleki pratiği, ölümsüz bir öğretmen olarak, gerçekten gazeteci olmak isteyenlere öğretmeye devam edecek.