Geçtiğimiz hafta İzmir’de gerçekleşen deprem gündemdeki yerini koruyor. Depremi, imar affı, afet yasası, afet yönetimi, yapı denetim süreçleri gibi farklı boyutlarıyla ele alan, hafızalarımızı tazeleyen birçok değerli görüş ve uyarı paylaşılıyor. Bir sonraki depreme kadar endişelerimizi, sorunlarımızı rafa kaldırma alışkanlığımız ise bir risk olarak karşımızda duruyor.

Öte yandan deprem sorununu bir mücadeleye çevirme ihtiyacı da kendini gösteriyor. İzmir için yurttaşlar arası dayanışma yaygınlaşıyor. Ne yapılabilir, ne yapabiliriz sorusunun herkesin kafasını kurcaladığı, kent mücadelelerinin bu soruyu yeniden gündeme aldığı görünüyor. Bu sorulara yanıt aramak üzere bu yazıda, kent mücadelelerinin gündemine yeni yeni girmesi nedeniyle önemsediğim deprem vergileri ve bütçe üzerine yapılan tartışmalara değinmek istiyorum.

Öncelikle yeniden yükselen “Deprem vergileri nerede?” sorusunun oldukça önemli bir rolü olduğunu söylemek gerekiyor. Hükümet bu soruya net bir yanıt veremiyor. Bugüne kadar verilen kaçamak yanıtlardan vergilerin depreme yönelik ihtiyaçların karşılanması için harcanmadığı varsayılıyordu. Bu açıdan Naci Bostancı’nın geçtiğimiz hafta bu soruya istinaden verdiği ifade edilen yanıtının, aydınlatıcı bir etkisi oldu.

Deprem vergileri adı altında toplanacak paraların, depreme gönderilmesi yönünde bir düzenlemenin söz konusu olmadığını söyleyen Bostancı’nın, bu konudaki yanıtı şöyle devam ediyor: “Bütçenin mantığına aykırıdır. Bütçeden haberdar olanlar bunu bilirler. Esasen Türkiye deprem kuşağında bir ülke olduğu için zaten bütçeden çok ciddi miktarda bir kaynak çok çeşitli biçimlerde kentsel dönüşüm, çeşitli destekler biçimde bu depreme yönelik hazırlıklar için harcanmaktadır.”

Kuşkusuz deprem kuşağındaki bir ülkenin vatandaşlarından toplanan deprem vergilerinin, deprem dışı harcamalara kullanılması bütçenin mantığında, yönetiminde bir sorun olduğuna işaret ediyor. Bu düzenleme, bütçe mantığı ile halkın ihtiyaçları arasında bir ayrışma olduğunu, bütçenin ihtiyaçlara göre düzenlenmediğini gösteriyor. O nedenle “Deprem vergileri nerede?” sorusu “bütçeden haberdar olmayan” bir soru olarak nitelenemez. Aksine, bütçenin mantığı olarak işaret edileni, sorun olarak tarif eden bir itiraz olarak nitelenebilir. Bu anlamıyla da mücadeleye katılması ve büyütülmesi gerekli bir sorudur.

Bostancı’nın açıklaması, bizi AKP’nin kentleşme politikasını sorgulamaya da çağırıyor. Bilindiği gibi 17 yıllık AKP iktidarının, kalkınma iddiasının en önemli ayaklarından birini inşaata dayalı kentleşme politikaları oluşturuyor. Fakat hepimiz biliyoruz ki bu politikalara, Türkiye’nin deprem kuşağında bir ülke olmasından doğan ihtiyaçlar eşlik etmiyor. Aksine, depreme dair ihtiyaç ve riskleri derinleştiren talana dayalı bir uygulama perspektifi eşlik ediyor.

Talana dayanan kentleşme politikasının ürettiği kentsel dönüşüm uygulamaları ise büyük oranda rantı yüksek alanları soylulaştırmaya veya sermayenin el değiştirmesine yarar. Bunun bir sonucu olarak dönüşüme ihtiyacı olan, riskli yapılarda ve alanlarda yaşayan yoksul kesimler başta olmak üzere insanlar, şirketlerle baş başa bırakılır.

Yani, depreme yönelik olarak yapıldığı ifade edilen çeşitli biçimlerdeki destekler, ağırlıklı olarak sermayeyi güçlendirecek biçimde gerçekleşmiştir çünkü bütçenin mantığı bunu gerektirir. Bu anlamıyla “bütçenin mantığı” bir halk sağlığı sorunu ortaya çıkarmaktadır. Şu açık ki, neoliberal rant politikalarına bağlı yönetim anlayışı endişelerimizin yanıtı, sorunlarımızın da çözümü olamaz. Bu yönetim anlayışı sürdükçe sorunlar da sürecektir çünkü deprem değil, rant öldürür.