Deprem bölgesinde yaşam koşullarının zorluğu karşısında başvurulan ana stratejilerden biri de göç. İnsanlar hayatta kalma mücadelelerinin bir parçası olarak, çok sayıda risk barındıran afet bölgelerinden ayrılıyorlar.

Deprem sonrası büyük göç: Çözüm mü, yeni sorunlar mı?
Fotoğraf: DepoPhotos

Didem DANIŞ

6 Şubat’tan beri büyük bir kayıp ve acı yaşıyoruz; hepimizin başı sağ olsun. Durumun kahredici ağırlığına rağmen, yaşadığımız bu felaketin uzun süreye yayılacak etkilerine dair kafa yormamız, muhtemel zorlukları hafifletecek çözüm yolları düşünmemiz gerekiyor. Deprem bölgesinde arama kurtarma çalışmaları tamamlandıktan sonra en önemli talep, barınma ihtiyaçlarının karşılanması. Ancak, kurulmaya başlanan çadırkent ve konteynerlerin depremzedeler için tatmin edici bir barınma imkânı sunmaktan uzak olduğunu biliyoruz.

Deprem bölgesinde yaşam koşullarının zorluğu karşısında başvurulan ana stratejilerden biri de göç. İnsanlar hayatta kalma mücadelelerinin bir parçası olarak, çok sayıda risk barındıran afet bölgelerinden ayrılıyorlar. 6 Şubat depreminden sonra da dışarıya doğru çok yoğun bir nüfus hareketi olduğunu gözlemliyoruz. Devletin açıklamalarına göre 200 bin, bazı tahminlere göre üç milyon insan hayatlarını tehdit eden unsurları ortadan kaldırmak ve daha güvenli bir yere sığınmak için yıkılan kentlerini terk ettiler.

Elimizde kaç kişinin bölgeyi terk ettiğine dair net bir sayı olmasa da, bazı haberler sayesinde göçün büyüklüğüne dair fikir sahibi olabiliyoruz. Örneğin, İskenderun’da bir otogar yöneticisi, depremin üçüncü gününde 40 bine yakın kişinin otobüslerle İskenderun’dan ayrıldığını; bir Türk Hava Yolları yetkilisi ise depremin ikinci ve üçüncü gününde 44 bin 716 kişiyi deprem bölgesinden tahliye ettiklerini söylüyor. Depremin 11. gününde Malatya Valiliğinin açıkladığı verilere göre 86 bin kişi şehirden ayrılmıştı. Pek çok kişi gerçek rakamın bundan çok daha yüksek olduğunu iddia ediyor. Üstüne üstlük bu sayılara civar ilçelere gidenler de dahil değil.

Deprem sonrası üç göç eğilimi

Afet sonrası nüfus hareketlerinde üç temel eğilim gözleniyor. İlki, ağır yıkıma maruz kalan kent merkezlerinden uzaklaşmak için, depremin hemen ardından görece daha güvenli olduğu düşünülen köylere olan göç. Örneğin CHP milletvekili Veli Ağbaba’nın da söylediği üzere, Arguvan, Hekimhan, Arapkir ve Yazıhan ilçelerinin nüfusu son bir haftada 8 kat arttı ve bu ilçelerde pek çok gıda malzemesine ihtiyaç oluştu. Köylerde geçim imkanı olmadığı için, buralara yönelen nüfusun bir süre sonra kent merkezlerine geri dönmesi bekleniyor.

İkinci eğilim, deprem sonrasında hasar görmemiş komşu illere yönelen göç. Mersin, Diyarbakır ve Antalya bu açıdan önemli bölgesel çekim merkezleri. Özellikle Mersin çok sayıda depremzedenin hem yakınları olması, hem de istihdam imkânı sunması açısından en çok tercih edilen kent oldu. Ancak gelen nüfusun yüksek sayısı kiralarda olağanüstü bir artışa yol açarken, belediye tarafından sunulan barınma alanlarının da hızla dolmasına yol açtı. Bazı yetkililerin ifadesine göre, şehrin 250 binin üzerinde yeni göç alması ekonomiden, sosyal yaşama pek çok yeni sorunun da habercisi.

Son olarak da, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyük kentlere yönelen göçten bahsetmek gerekir. Akrabalık bağları veya ekonomik imkanları olan depremzedeler, geçici olarak büyük kentlere sığınırken, bu uzak mesafe göçlerin diğerlerine kıyasla daha kalıcı olacağı öngörülüyor. Daha önceki depremlerden sonra yapılan araştırmalar, uzun mesafe göç etme kapasitesine sahip olan kişilerin zaman ilerledikçe afet bölgelerine geri dönme ihtimallerinin düştüğünü gösteriyor. Gaziantep’te depremden sağ olarak kurtulan ve dört gün sonra İstanbul’a gelen bir depremzede ailenin sözleri de bu geri dönüşsüz yolculuğun beyanı gibi: "Akşam 5 gibi havalimanındaydık. Gece 3'de bilet aldık. Gaziantep merkez Şahinbey'de yaşıyoruz. 4 gün sokakta yattık. Baktık olacak gibi değil. Can pazarı var. Mecbur İstanbul'a gelmek zorunda kaldık. Burada akrabalarımız var. Onların yanında kalacağız. Artık dönemeyiz. Yeni bir hayat çizeceğiz kendimize... O taraf bizim için bitti gibi.”

Depremin yarattığı yıkımla bir mücadele biçimi olarak başvurulan göç, birçok risk ve belirsizliği de barındırıyor. Bir kısmı şimdilik geçici olduğu düşünülse de, en azından çok uzun süreye yayılacağını bildiğimiz bu büyük göçle yer değiştiren nüfusun ihtiyaçları da dikkate alınmalı. Zira artık doğrudan deprem bölgesinde olmasalar da, onlar da depremzede.

Göç kervanında mülteciler

Deprem bölgesindeki nüfus hareketlerinden bahsederken, günah keçisi ilan etme ve nefret söylemi malzemesi yapma dışında pek aklımıza gelmeyen, mültecilerden de bahsetmek gerekir. Depremden etkilenen illerde 13,4 milyon Türk vatandaşının yanı sıra, 1.7 milyon da yabancı uyruklu kişi yaşamaktaydı. Diğer bir deyişle, deprem bölgesi nüfusunun %11’i yabancılardan oluşuyordu. Suriye İnsan Hakları Ağı, Türkiye'de depremler nedeniyle 3 bin 841 Suriyelinin hayatını kaybettiğini duyurdu; bu rakamın çok daha yüksek olduğunu söyleyenler de var.

Suriyeli mülteciler de deprem sonrası göç kervanına katılanlar arasında, ancak onlar için ikincil göç anlamına gelen bu hareketliliğin kolay geçtiğini söylemek mümkün değil. Göç İdaresi depremin ilk günlerinde yol izin belgesi alma zorunluluğunu kaldırarak önemli bir adım atmış olsa da, her gün değişen ve ilden ile farklılık gösteren uygulamalar hem mültecilerin, hem de onlara destek veren STK’ların kafasını karıştırıyor. Üstüne bir de yükselen mülteci karşıtlığı otogarlarda bekletilen, yardım kuyruklarından dışlanan, gittikleri kentlerde zaten dezavantajlı koşullarda yaşayan akrabalarının yanına sığınmak zorunda kalan mültecilerin hayatlarını daha da zorlaştırıyor.

Deprem sonrası kan kaybeden kentler ve kontrolsüz büyüyen metropoller

Deprem sonrası yaşanan nüfus hareketleri, Türkiye coğrafyasında son yirmi yılda artarak devam eden metropolleşme eğilimini de güçlendirecek ve özellikle kalkınma sıralamasında geride kalan Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş gibi illerin nüfusunun kalıcı olarak azalmasına ve bu kentlerin daha da yoksullaşmasına neden olacak. Cumhuriyetin 100. yılında daha da eşitsiz hale gelecek demografik dağılımın uzun vadede Türkiye kentleri üzerindeki etkilerini daha çok konuşacağız zira depremin ilk elde yarattığı maddi kayıplara ek olarak, deprem sonrası bölge dışına verilen göçler insan kaynağı açısından da ağır bir kayıp anlamına geliyor.

Bitirirken, tarihçi Lee Mordechai’nin 6. yüzyılda pek çok kez afetlerle yıkılan Antakya üzerine yaptığı çalışmayı anmak isterim. Mordechai, bu kentin yaşadığı çok sayıda deprem ve salgın hastalık sonrasında ciddi bir nüfus kaybı yaşadığını, ancak buna rağmen ayakta kalmasını sağlayan en önemli faktörün Bizans başkentinden aldığı imar ve kalkınma desteği olduğunu söylüyor. Önümüzdeki soru, bu ağır yıkımın ardından bizim merkezi hükümetimizin deprem yorgunu kentlerimizi yeniden ayağa kaldırmak için ne kadar çaba harcayacağı. Sözkonusu kentleri terk eden sakinlerinin geri dönüşü, Ankara’nın tavrı kadar şimdiden umut veren örneklerini gördüğümüz yerel dayanışma ağlarının başarısına da bağlı olacak.